Selçuklu işgalinin şartları, Moğollar'ınkinden çok daha farklıydı... Selçuklular Horasan'ın işgalinden önce Müslüman olmuşlardı. Liderleri yerleşik hayata uyum sağlamıştı ve İslami toplumun var olan geleneklerini özümsemişlerdi. Onların yönetiminde İslam medeniyeti gelişme alanı buldu... Öte yandan Moğollar ise pagandılar ve onların işgalinde çok sayıda şehir yok edildi, buraların binlerce sakini katliamdan geçirildi, ekili toprakların çoğu tahrip edildi.(2)Özetle, Türkiye'de sıkça kullanılan "Türklerin İslam'la şereflenmesi" kavramı, sadece teolojik değil, aynı zamanda tarihsel bir doğruyu ifade etmektedir: İslam'la tanışmaları ve onu kabul etmeleri, Türkleri hemen her alanda yükseltmiştir. Buna karşı çıkan, aksine "İslam-öncesi Türklüğün daha ileri olduğunu" savunanlar, tarihsel gerçeklere değil, ideolojik kurgulara dayanıyorlar. 1930'lardaki Türk Tarih Tezi'nde olduğu gibi. Bu gerçeğe işaret etmiş olmam, söz konusu ideolojik kurguların sahiplerini öfkelendirmiş olabilir. Son bir kaç gündür gelen bazı e-maillerdeki "Türklüğe ihanet" suçlamaları ve paralel hakaretler bunu gösteriyor. Oysa ben "Türklüğe ihanet" bir yana Türk olmakla gurur duyuyorum. Ama bunun en büyük nedeni, Türklerin İslam'ı benimsemiş ve onun için büyük fedakarlıklarda bulunmuş bir millet olmasıdır. Bernard Lewis, "Türkler'in İslam'ı büyük bir tutkuyla benimsediklerini, kendilerini onunla belki başka herhangi bir milletten daha fazla özdeşleştirdiklerini" söyler. Ben, "ne mutlu Türküm diyene" derken, en çok bu gerçeği esas alıyorum. 1) Franco Cardini, Europe and Islam (translated by Caroline Beamish), Blackwell Publishers, Oxford, 2001, s. 57 2) A. K. S. Lambton, "Reflections on The Role of Agriculture in Medieval Persia", The Islamic Middle East, 700-1900: Studies in Economic and Social History, (ed.) A. L. Udovitch, The Darwin Press, Inc., Princeton, NJ, 1981, s. 300
Yeniden İslam-Öncesi Türkler Üzerine
"Büyüklere Masallar III: 'İslam Öncesi Türkler Medeniydi'" başlıklı yazım üzerine bazı eleştiri ve itirazlar geldi. Aslında bunların çoğunun yazımdaki görüşlerle çelişik olmadığını, belki de orada eksik kalan unsurları tanımladığını söylemem mümkün. Bu eksik kalanları kendi adıma tamamlamak içinse, aşağıdakileri söylemem gerek.
Türklerin İslam öncesinde hiç bir kültürü olmadığını ileri sürmedim. Bilim, sanat, felsefe, mimari gibi alanlarda kayda değer bir medeniyet üretmediklerini vurguladım. Bu ise, daha önce de belirttiğim gibi, şaşırtıcı bir durum değildir; çünkü pre-İslamik (İslam öncesi) Türkler çoğunlukla göçebedir ve göçebelerin yaşam biçimi bu yönde bir medeniyete izin vermez. (Bedevi Araplar da aynı biçimde gayr-ı medeniydi. Zaten "medeniyet" kelimesi Arapça'daki "şehir" anlamına gelen "medine" kelimesinden türemedir.)
Öte yandan pre-İslamik Türklerin başarılı bir ordu geleneğine sahip oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Çinlilerin Türkleri durdurabilmek için dev bir "sed" inşa etmesinin, Atilla'nın Avrupa içlerine kadar ilerlemesinin başka bir izahı yoktur. Ancak askeri yönden çok güçlü olup da yerleşik kültür yönünden zayıf olan medeniyetler, fazla uzun ömürlü olamazlar. Pre-İslamik Türkler işte bu açıdan Moğollar'a benzerler;
Moğollar da Cengiz Han gibi liderlerin demir yumruğu altında büyük istilalar gerçekleştirmiş, ancak daha sonra ele geçirdikleri topraklarda kalıcı bir kültür üretememiş, aksine o topraklardaki güçlü kültürlerin içinde asimile olmuşlardır. (13. asırda İslam dünyasının büyük bölümünü çok kanlı bir istila ile ele geçiren Moğolların bir-iki nesil içinde Müslümanlaşıp İslam toplumu içinde erimeleri, bunun en çarpıcı göstergelerinden biri olsa gerek. Moğollar İslam'ı askeri yönden fethetmişler, ama İslam onlara kültürel olarak galip gelmiştir.)
Peki Ortaçağ İslam medeniyeti nasıl olup böylesine güçlü ve başarılı olabildi? Bazı okurlar "İslam medeniyetinin de gökten zembille inmediğine" işaret ettiler. Kısmen haklı bir yorum bu. Gerçekten de erken dönem İslam medeniyeti (Dört Halife, Emeviler ve Abbasiler dönemi) pek çok konuda yoktan kültür yaratmamış, aksine Ortadoğu'da zaten var olan Bizans, Pers, Hıristiyan, Yahudi ve hatta Hint kültürlerinden unsurlar alarak bunların bir sentezini oluşturmuştur. Avrupa'da unutulmuş olan Eski Yunan kaynaklarının Müslüman alimler tarafından yeniden keşfi ve yorumlanmasını da buna eklemek gerek.
Bir başka deyişle İslam, her şeyi yıkıp baştan yaratmaya kalktığı için değil, aksine İslami olmayan kültürlerin zenginliğinden de yararlandığı için yükselmiştir. (Bugün ne yazık ki bazı Müslümanlar "Batı"dan veya başka herhangi bir kültürden gelen her şeyi peşinen reddederek bu geleneğin aksi yönünde bir tutum izliyorlarlar.) Ortaçağ İslam dünyasının, o devirdeki küresel ticaretin merkezinde yer aldığını, bunun getirdiği ekonomik zenginliğin de medeniyetin serpilmesinde büyük rol oynadığını belirtmek gerek.
"Gökten zembille inmeme" yorumunun kısmen haklı olduğunu söyledim. Üstte anlattıklarım, bu haklılığın açılımı. Ama kanımca İslam medeniyetinin "gökten inen" çok önemli bir kaynağı da vardır: Kuran-ı Kerim. Bunu, Kuran'ın ilahi bir kitap olduğuna inanmayan pek çok seküler tarihçi de kabul eder: İslam medeniyeti, bu kitap sayesinde doğmuş ve büyümüştür. Kuran öncesinde de İslam medeniyetine dahil olacak unsurlar vardı Ortadoğu'da. Ama bu unsurlardan biri olan Araplar'a yazılı bir hukuk ve küresel bir vizyon getiren, kabileciliği fazlasıyla aşan bir "İslam milleti" bilincini kazandıran unsur, Kuran'ı Kerim'dir. Dahası Kuran, Hıristiyanlık ve Yahudilik'i de meşru dinler olarak kabul ederek, bu "Kitap Ehli" inançların İslam çatısı altında yaşayabileceğini garanti etmiştir. İşte bu nedenledir ki Arabistan'dan çıkıp dört yana doğru ilerleyen Arap/İslam orduları, ele geçirdikleri topraklarda Moğollar gibi bir yağma ve katliam yürütmemiş, "hukuk" (şeriat) kavramına sahip oldukları için, yerel halkın inanç ve geleneklerinin yaşamaya devam etmesine izin vermişler, dahası bunlardan yararlanmışlardır. Kısacası Kuran, İslam medeniyetini motive eden ve hukuki/ahlaki bir çerçeveye oturtan temel bir çatı (İngilizce tabirle "framework") olmuştur.
Pre-İslamik Türklerin İslam'a geçişleri, onları hem bu "çatı" ile hem de İslam medeniyetinde yeşermekte olan bilim, felsefe ve sanatla tanıştırmıştır. Daha öncesinde dünya tarihine daha çok askeri başarıları ile etki eden Türklerin, İslam sonrasında diğer alanlarda da başarı elde etmeye başlamaları, bunun sonucudur. Bu "sentez"in en yüksek örneğini kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu'nda görüyoruz.
Altı çizilmesi gereken bir nokta, pre-İslamik Türklerin "medenileşme" süreci ile "İslamlaşma" sürecinin ele ele gitmiş olmasıdır. İslam öncesinde bir yazılı bir "savaş hukuna" sahip olmayan Türklerin İslam'a ilk girdikleri dönemlerde fazla "kan dökücü" olduklarını, İslam'ı özümsedikleri oranda bundan uzaklaştıklarını görebiliyoruz. İtalya'nın önde gelen tarihçilerinden Franco Cardini, "Selçuklu Türk milislerin İslam'a yeni girmiş oldukları için biraz eli ağır davrandıklarını" belirtirken bu gerçeğe işaret eder.(1) (Amerikalı anti-İslami ideolog Andrew Bostom'a karşı yazdığım uzun bir makalede [Still Standing For Islam - and Against Terrorism] bu olguya dikkat çekmiştim.) Öte yandan Türk despot Timurlenk'te de "az İslamileşme"nin getirdiği bir barbarlık görülebilir: Timur'un Müslüman veya gayrımüslim kitlelere karşı yürüttüğü korkunç katliamlar, İslami fakihler tarafından kınanmıştır.
Ancak Müslüman Selçuklular'ın pagan Moğollar'dan çok daha insani olduklarını da görmek mümkündür. Moğollar ele geçirdikleri her yerde kadın-çocuk ayrımı gözetmeksizin katliam yapmış, Selçuklular ise İslam hukukunu gözettikleri için bu şekilde davranmamışlardır. İslam konusunda uzman bir Rus tarihçi olan Abraham L. Udovitch şöyle der: