"Atalarımızın uğrunda mücadele ettiği devrimsel düşünce, bugün dünyada yayılıyor: Bu, insan haklarının, devletin bonkörlüğünden değil, Tanrı'nın elinden kaynak bulduğu inancıdır."Kennedy'nin bu sözleri, Amerikan ve Sovyet devletlerinin temel felsefeleri arasındaki farka vurgu yapıyordu. Harvard Üniversitesi hukuk profesörü Harold J. Berman'ın ifadesiyle, ABD'de, "bireylerin temel haklarının devletten bağımsız olarak var olduğu" kabul edilegelmişti. ABD'nin Bağımsızlık Bildirgesi'nde "insanların... Yaratıcı'ları tarafından verilmiş asla çiğnenemez haklara sahip oldukları" yazılıydı. Marksist-Leninist ideolojiye dayalı olan Sovyetler Birliği'nde ise "tüm haklar devlet tarafından verilmiş ve dolayısıyla devlet tarafından geri alınabilir" nitelikte idi. İnsan haklarının kaynağı arasındaki bu iki farklı yaklaşım, Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer'in geçen haftalarda yaptığı "temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'in gereklerine göre sınırlandırılabileceği" şeklindeki yorumu üzerine aklıma geldi. Kendisi bunun farkında mı, bilmiyorum, ama Sayın Cumhurbaşkanı'nın siyasi felsefesi Sovyet Birliği'ninkini andırıyor. Son haftalardaki "laiklik uyarılarına" baktığımızda, sadece insan haklarında değil başka alanlarda da Sovyetler Birliği'nin resmi ideolojisi olan komünizmi çağrıştıran unsurlarla karşılaşıyoruz. Sayın Sezer, "uluslararası tekelci sermayenin, özelleştirme yöntemiyle iç pazarı ele geçirmesinin ulusal ekonomiye zarar vereceğini" söylüyor ki, bu düşünce, Lenin'in ünlü "emperyalizm teorisi"nde sözünü ettiği "sermaye ihracı" kavramıyla pek bir örtüşüyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu'nun "emperyalizm ve evrensel kapitalizm"i düşman ilan etmesi de aynı paralelde. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ise komünizmin bir diğer unsuru olan "bilimcilik"le yoğrulmuş şeyler söylüyor. "Rasyonalizm" ve "pozitivizm"i övüyor ve 19. yüzyılın ilk yarısında positivist felsefe üzerine bir "insanlık dini" kurmuş, kendisine de "Pozitivizmin Papası" adını vermiş olan Auguste Comte'u referans veriyor. Comte, aynı zamanda demokrasiye karşı çıkmış, bunun yerine "hiyerarşik bir elitler yönetimini" savunmuş bir düşünür. Tüm bunlar gerçekten çok enteresan... Anlaşılan Devlet Bakanı Sayın Abdüllatif Şener "her Mülkiyeli biraz komünisttir" derken mübalağa etmemiş. Veya eski Brüksel Büyükelçisi emekli diplomat Temel İskit: "Laikçi cephe bizi Kuzey Kore yapmak istiyor" derken, (Radikal, 5 Haziran 2006) abartmamış. Türkiye'nin "mülkiyelilik"le sembolize edilen bürokrasisinde ve "laikçi cephe"nin diğer cenahlarında, komünist ideolojinin; otoriter devlet, kapalı ekonomi, din özgürlüğünün sınırlanması, bilimin dine alternatif yeni bir inanç sistemi olarak algılanması gibi temel unsurları var. (Tabii bu "Sovyetik" değil "yerli" bir komünizme karşılık geliyor, "Kadro" dergisi veya Doğan Avcıoğlu tarafından geliştirilen türden... ) Kimi devlet büyüklerimizde böyle bir ideolojik eğilimin varlığı ise aslında başlı başına sorun değil. Hepsi okuyup-yazan insanlar; elbette fikirleri olacak. Sorun, bu ideolojik eğilimin "cumhuriyetin temel nitelikleri"ne teşmil edilip, tartışılmaz birer ilke halinde önümüze konması. 19. yüzyılda üretilmiş, 20. yüzyılda çürümüş olan pozitivizm, sosyalizm, ekonomik izolasyonizm gibi anlayışların 21. yüzyılda "ilericiliğin" gereği gibi sunulması, bunların tartışılmasının bile "irtica" sayılması ise aslında traji-komik bir durum. Kuşkusuz vatandaşların çoğu söz konusu ideolojiye itibar etmiyor. Örneğin ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, insan haklarının devlet değil Allah tarafından verildiğine ve devletin bunları geri alma yetkisi olmadığına inanıyorum. Laik devletin hem ilahi dinlere hem de ateist felsefelere (örneğin pozitivizme) eşit mesafede durması gerektiğini düşünüyorum. "Evrensel kapitalizm"le içiçe olan Güney Kore'nin kalkındığını, ona set çeken Kuzey Kore'nin süründüğünü görüyor ve seçimi birinciden yana yapıyorum. Dahası, ülkem "İslami kapitalistler" tarafından zenginleştirilir ve "Müslüman demokratlar" tarafından Avrupa Birliği'ne taşınırken, bazı üst düzey devlet memurlarının sahip olduğu laikçi/sosyalist ideolojinin "terakkiye mani" olmasından ciddi şekilde endişe ediyorum. Asıl "irticai tehlike"yi de bu ideolojinin tartışılmasında değil tartışılmamasında görüyorum. Bir vatandaş olarak bu fikirleri her düzeyde savunma hakkım var mı? Böyle düşünen milyonlarca vatandaş aynı hakka sahip mi? Bizi temsil etsinler diye parlamentoya seçtiğimiz milletvekilleri, siyasi iradeye tam olarak sahipler mi? Demokrasi, bu sorulara "evet" dendiği yerde başlar. "Hayır" dendiği yerde ise çoktan bitmiştir...
Yoksa Laikçilerimiz Komünist mi?
[27 Ekim 2006 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
ABD Başkanı John F. Kennedy, 20 Ocak 1961 tarihli ünlü "göreve başlama" konuşmasında şöyle diyordu: