Genel nüfusa göre gayrimüsimlerin en az olduğu (72 milyon içinde yaklaşık bin 400 Rum, 65 bin Ermeni, 20 bin Yahudi) ve maalesef 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren en sıkıntılı yaşadıkları ülke Türkiye'dir. Şu “din ile demokrasiyi bağdaştıran model ülke” söyleminin ne Müslüman ahali ne gayrimüslimler bakımından tutulur, savunulur tarafı var. Heybeliada Ruhban Okulu'nun anlamsız bir biçimde kapalı tutulması, Fener Patrikhanesi'nin ekümenik vasfının inkar edilip İstanbul'da bir ilçe kaymakamlığına bağlanması, cemaat vakıfları üzerindeki haksız yasaklar, hiçbir adalet temeli olmayan “mütekabiliyet” ilkesinden hareketle temel yurttaşlık haklarını kullanmada gayrimüslimlerin adeta cezalandırılması İslam dinine ve Osmanlı modeline ait statüler ve uygulamalar değildir. İslam dini bu tür yasaklar koymaz, tarihte de böyle yasaklar konmamıştır. Bu çerçevede artık gayrimüslimlerin diğer yurttaşlar gibi temel hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınması, atılması gereken önemli adımlardan biridir.Kanımca Bulaç burada tümüyle haklı. Ve bundan çıkması gereken iki önemli sonuç var. Birincisi, Türkiye'nin Müslüman kanaat önderlerinin, gayrimüslimlerin özgürlük taleplerinin yanında yer alması gerektiği. Bunun ne yazık her zaman böyle olmadığını, bazı Müslüman çevrelerin devletin otoriter uygulamalarını desteklediğini, hatta daha da fazlasını istediklerini biliyoruz. Kanımca, böyle yapmakla, hem İslam'ın temel ilkelerine aykırı hareket ediyor, hem de Türkiye'nin Müslümanlarını da kısıtlayan yasakçı statükoyu desteklemiş oluyorlar. (Tabii söz konusu yasakçı statüko, gayrımüslimleri bastırmak için, "bunlar dış güçlerin ajanı, Bizans'ı yeniden kuracaklar, Türkiye'yi bölecekler, zaten ülkeyi parsel parsel satın alıyorlar" gibi paranoyalar üretiyor; bunların Müslümanları bastırmak için kullanılan "şeriat getirecekler, hepimizi kesecekler" paranoyasından pek de farklı olmadığını düşünüyorum.) Bulaç'ın yazısından çıkardığım ikinci sonuç ise, kendisinin, özellikle günümüz realitesi açısından, kısmen, "var olanı" değil de "olması gerekeni" tarif ettiği. Çünkü günümüzün İslam dünyası, din özgürlüğü açısından, İslam medeniyetinin geçmiş yüzyıllarına kıyasla kötü bir durumda. Suudi Arabistan'da hiç bir kilise veya sinagog açılmasına izin verilmiyor; İslam dışında herhangi bir dinin savunulması kesinlikle yasak. Başka bazı İslam ülkelerinde de yerel Hıristiyanlara ve diğer gayrimüslimlere karşı baskılar ve saldırılar yaşanıyor. Bazen Batı'nın şu veya bu politikasına kızan Müslümanlar, bunun acısını yerel "gavur"lardan çıkarmak gibi son derece haksız bir işe girişiyorlar. Papa XVI. Benedict'e kızanların gidip de Batı Şeria'da kilise yakmaları veya Somali'de rahibe öldürmeleri örneğinde olduğu gibi. Bu gibi vahim olaylar, gayrimüslim dünyada, özellikle de Batı'da, İslam'ın baskıcı, hoşgörüsüz, totaliter bir din olduğu kanaatinin yayılmasına yol açıyor. Batı'ya Endekslenmek Bu problemi yazılarımda zaman zaman belirtiyorum. Gelen bazı yorumlarda "kendimizi Batı'ya beğendirmek zorunda değiliz" gibi itirazlar oluyor. Bu, "başkasının ne düşündüğü hiç umurumuzda değil" yaklaşımının, ilk başta "ilkeli" gibi dursa da, aslında yanlış olduğu kanısındayım. Öncelikle şunu belirtmek gerek: İslam ülkelerindeki din özgürlüğü eksikliğini, Batı'nın değerlerine aykırı olduğu için değil, İslam'ın değerlerine aykırı olduğu için eleştiriyoruz. Aynı eleştiriyi Batılılar da getiriyor diye susmak, Batı'ya ters yönden endeksli olmak anlamına gelir. ("Batı ne derse doğrudur" demekle, "Batı ne derse yanlıştır" demek arasında ortak bir yön vardır: Her ikisi de "kendini Batı'ya göre konumlama"nın sonucudur.) Dahası, Batı'nın ve genel olarak gayrimüslim dünyanın İslam hakkında ne düşündüğü, Müslümanları ilgilendirmelidir. Çünkü Müslümanlık, Müslüman doğmuş olanların malı değildir. "Ben Müslümanım" diye ortaya çıkan insan bu dini sadece yaşamakla değil aynı zamanda temsil etmekle de yükümlüdür. "Başkasının ne düşündüğü bizi ilgilendirmez" yaklaşımının, ilk bakışta "mertlik" gibi dursa da, aslında "kibir" ve "kompleks" gibi problemlerle ilişkili olmasından kuşkulanmamak elde değil. Öte yandan İslam dünyasının problemlerini tartışmak "Batı'ya koz vermek" anlamına da gelmiyor; aksine bunları tartışmamanın öyle bir sonucu olması kuvvetle muhtemel. Öz eleştiri Batı dünyasında saygı duyulan bir özellik ve zaten orada kıyasıya eleştirilmeyen hiç bir kurum yok gibi. Aynısının İslam dünyasında da olduğunun görülmesi, İslam'ı kötü göstermek bir yana, "İslam medeniyeti ilkel, baskıcı ve kapalıdır" diyenlerin argümanını çürütecektir. Dahası, "İslam dünyası özgürlük üretemiyor, girip biz üretelim" diyenlerin önünü kesecektir. Özgürlükten Korkuyor muyuz? Meselenin içinde bir başka soru daha var: Acaba Müslümanlar, İslami olmayan fikirlere ve yaşam biçimlerine özgürlük vermeyi ne kadar istiyor? Bu özgürlüğü verdiklerinde "dinin elden gideceğinden" endişe ediyorlar mı? Görünen o ki, "memleketimizde misyonerler cirit atıyor, çocuklarımız Hıristiyanlaşacak, devletimiz uyuyor mu?" diyen Müslümanlar bu endişeden muzdaripler. Buna karşı da bir-iki şey söyleyeyim. Birincisi, Müslümanların herkesi Müslüman yapmak veya öyle tutmak gibi bir sorumluluğu yoktur. Aksine, bu konuda baskıcı bir ısrar, Kuran'ın verdiği ilkelere aykırıdır. Bir ayette "sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir" (Kasas Suresi, 56) denir. Bir başka ayette ise kanımca din özgürlüğü açısından çok kritik olan şu gerçek hatırlatılır:
"Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?" (Yunus Suresi, 99)Öte yandan özgürlük karşısında İslam'ın zayıflayacağını ve Müslümanların din değiştireceğini varsaymak, "diğer dinler İslam'dan daha cazip" demek anlamına gelir ki, bunun üzerine de düşünmek gerekir. Bir Müslümanın "diğer dinlerin kaynakları ve ilkeleri bizimkinden daha iyi" demesi sanırım söz konusu olmaz; çünkü o zaman Müslüman olarak yaşamaya devam etmesinin fazla bir anlamı kalmaz. Belki "diğer dinler bizimkinden daha iyi temsil ediliyor ve sunuluyor" denebilir. Zaten kanımca bugün karşımızdaki problem de bu. Bu probleme karşı ise "diğer dinlerin özgürlüğünü kısmak" gibi otoriter bir yönteme başvurmak yerine, "o zaman biz de dinimizi iyi temsil edelim ve sunalım" demek gerek. Bu da tabii büyük bir zihinsel bir çaba, kapsamlı bir yenilenme, hatta Mehmet Akif'in ünlü deyişiyle "asrın idrakine" hitap edecek yeni bir Müslüman kültür inşa etmeyi gerektiriyor. Bu başarılırsa özgürlük İslam için bir tehdit değil aksine bir fırsat olur. Zaten bugün bile öyle. Özetle, kanımca bugün gerek Türkiye içinde gerekse küresel düzeyde Müslümanların savunması gereken önemli ilkelerden biri özgürlük olmalı: Gayrımüslimler için özgürlük, Müslümanlar için özgürlük, herkes için özgürlük... Ve özgürlükten sadece Gerçek'i gizleyenler korkmalı, onu savunanlar değil...