Türkçe Yazılar

Zaman'da Kitap Yorumu

3 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde Dr. İbrahim Tanıl'ın Mustafa Akyol'un aynı adlı kitabını yorumlayan "Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek" başlıklı bir makalesi yayınlandı. Akyol'un kitabının Türkiye'nin Kürt sorununun çözümüne ışık tutacak çok önemli bir kaynak olduğunun vurgulandığı yazıda, kitabın içeriğinin iyi bir özeti yapılmış. Yazı, aşağıdaki gibi: KÜRT SORUNUNU YENİDEN DÜŞÜNMEK Son haftaların önemli gündem maddelerinden biri, giderek büyüyen PKK terörü. Kuzey Irak'a askerî müdahale opsiyonunu tartışıyor, bunun mümkün olup olmadığını tartıyoruz. Ancak bunu yaparken biraz da geriye çekilip bakmak, PKK'nın aslında Türkiye'nin Kürt sorununun bir sonucu olduğunu görmek gerek. PKK'yla mücadele kuşkusuz sürmeli; ancak bu sonucu doğuran sorunu uzun vadeli bir perspektifle ele almamız, ince eleyip sık dokumamız lazım. Bunu yaparken de genç yazar Mustafa Akyol'un geçtiğimiz ilkbaharda Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek: Yanlış Giden Neydi? Bundan Sonra Nereye?” adlı kitabına mutlaka bir göz atmak gerek. Akyol, babası gazeteci-yazar Taha Akyol'dan tanıdığımız analitik, sağduyulu ve objektif bir yaklaşımla, Kürt sorununun çok iyi bir fotoğrafını çekmiş ve bundan sonrası için önemli öneriler getirmiş. “Kürt ihaneti” var mıydı? Akyol'un kitabının yarısı, Kürt sorununun tarihine ayrılmış. Tarihsel detayları bir roman akıcılığı içinde anlatan Akyol, Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu içindeki serüvenine büyük yer ayırıyor. Kitapta; Kürt aşiretlerin Osmanlı'ya nasıl gönüllü bir şekilde katıldıkları, İslamiyet'in birleştirici ruhu içinde Osmanlı sultanlarına nasıl sadakat gösterdikleri gözler önüne seriliyor. Akyol, bunları anlatırken hem Kürt milliyetçilerinin “Türk sömürgeciliği” tezini hem de Türkçülerin “Kürtlerin ihaneti” iddiasını üstüne basa basa çürütüyor. Kitabın içinde Kürt sorunuyla beraber başka ilginç tarihsel gerçeklere de ışık tutulmuş. Bunlardan biri, “Araplar Osmanlı'yı arkadan vurdu mu?” sorusu. Yazar, “Araplar I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'ya ihanet etti” söyleminin gerçeği yansıtmadığını, İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlı ordusuna başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin'in küçük bir azınlığı temsil ettiğini, Arapların büyük kısmının İstanbul'a sadık kaldığını anlatıyor. Akyol, buradan hareketle Osmanlı'nın çöküş yıllarında bile aslında imparatorluğun Müslüman unsurları arasındaki dayanışmanın sürdüğünü, “Müslümanlık bilinci”nin güçlü bir şekilde yaşadığını vurguluyor. Kürtlerin durumu da bu teşhise uyuyor: Zaten yazara göre Osmanlı'nın birkaç on yılı sayılmazsa, imparatorluk tarihinde bir Kürt milliyetçiliği ve Kürt sorunu yok. 20. yüzyılın başlarında bazı milliyetçi Kürt entelektüeller ortaya çıkıyor ve “ulusal bilinç” yaratmaya uğraşıyorlar; ama başarılı olamıyorlar. Akyol'un “Jön Kürtler” dediği bu Kürtler, Güneydoğu'daki dindar ve muhafazakar kitleleri etkileyemiyor. Kitapta, Kürtlerin I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye safında kahramanca çarpıştıkları da anlatılıyor. Yazara göre bu sadakatte Kürtlerin Ermenistan tehdidinden duydukları endişe kadar, hatta daha fazla, Müslümanlığın rolü var. Atatürk'ün Kürtleri Milli Mücadele'ye kazandırırken son derece “İslamcı” bir dil kullandığını, Kürtlerin de buna olumlu cevap verdiğini, hatta bazı Kürtlerin Mustafa Kemal'e “Mehdi” diye hüsnüzanda bulundukları gibi ilginç detaylar var kitapta. Batılı devletlerle işbirliği yaparak Sevr Anlaşması'na “Kürdistan” maddesi koyduran Kürt entelektüellerin, Kürt din adamları ve yerel liderler tarafından protesto edilişi, Lozan görüşmeleri sırasında Kürt mebusların “Türklerle din ve soy kardeşiyiz, ayrılmayız” deyişi gibi önemli gerçekleri de eklemek gerek. Peki Kürtler Türkiye'ye bu kadar sadık idiyseler, 1925'teki Şeyh Said isyanı ve onu izleyen diğer Kürt isyanları neyin nesi? Akyol'a göre bu dramatik gelişmenin en büyük nedeni, genç Cumhuriyet'in Türkler ve Kürtler arasındaki tarihî ve dinî bağları hızlı bir şekilde görmezden gelmesi ve bunların yerine etnik vurgusu yüksek bir “Türklük” kimliğini zorla dayatması. Yazar, 20'li yılların ilk yarısında Ziya Gökalp veya Kazım Karabekir gibi muhafazakarların sosyolojik perspektifli çalışmalar yaparak Güneydoğu için önemli projeler geliştirdiklerini, ancak bunların yerine İsmet İnönü'nün “şahin” görüşlerinin hayata geçtiğini, bunun da Kürtler arasında tepkiyi körüklediğini anlatıyor. “Devrim yerine evrim yolu seçilse daha iyi olurdu.” diyor. İslam'ın bu meseledeki temel rolü... Kitapta Bediüzzaman Said Nursi'nin “din kardeşi olan Türklere kılıç çekilmez” diyerek Şeyh Said isyanına karşı çıktığı ve zaten genel olarak dindar Kürtlerin Kürt milliyetçiliğinden uzak durdukları anlatılıyor. Güneydoğu illerindeki oy dağılımının bir analizi yapılıyor ve günümüzde bölgedeki “PKK çizgisindeki partiler”in karşısındaki tek önemli siyasî gücün “muhafazakar AKP” olduğunun da altı çiziliyor. Yazara göre zaten Kürt milliyetçileri İslam'ı önlerinde bir engel olarak görüyorlar. Akyol, “İslam'ı yok edelim, yerine Zerdüştlüğü diriltelim” gibi fikirler ortaya atan fanatik Kürtçülerden uzun alıntılar yaptıktan sonra şu ilginç yorumu getiriyor:
“İslamiyet'in toplum yaşamındaki her türlü ifadesine doğrudan ‘irtica' diye bakan, Tek Parti devrindeki radikalizmden esinlenerek bugün liberal demokrasilerdeki din ve vicdan hürriyetini Müslümanlar için ‘fazla' bulan bir resmî laiklik anlayışı, daha pek çok yönden toplumsal gerilimler ve huzursuzluklar ürettiği gibi, Kürt sorununun derinleşmesine engel olan ortak dinî hassasiyetleri sabote etmesi açısından da tehlikelidir.”
Peki ama Kürt sorununun çözümü için gereken ne? Yazara göre bunun basit bir reçetesi yok. Ama doğru bir politika izlenerek uzun vadede çözüme gidilebilir. Bu politikanın kilit sloganı ise “asimilasyon değil, entegrasyon”. Yani Kürt vatandaşları asimile etmeye çalışmak yerine, onların tüm kültürel özgürlüklerine sahip çıkarak, Türkiye toplumuna ve ekonomisine entegre olmaları için çalışmak. Akyol'a göre asimilasyon çabaları ters tepiyor; ama entegrasyon mümkün ve zaten Kürtlerin büyük bölümü de Türkiye'ye entegre olmuş durumdalar. Akyol, Türkiye'deki entegrasyonun sosyolojik, ekonomik, kültürel boyutlarını anlatırken, bunun Türkiye'den bir “Kürdistan” çıkarma fikrini imkansızlaştırdığını vurguluyor: Ülkemizdeki Kürt vatandaşların yarısından fazlası artık Doğu'da değil Batı'da yaşıyor. Burada iş-güç sahibi olmuş, yerleşmiş durumdalar. Çoğu, hatta Kürt milliyetçileri bile, Türkçe konuşuyor. Böyle bir ülkeyi bölmek bir yana “federasyon” ile ayırmak bile, Akyol'a göre hem imkansız hem de tehlikeli. Bu gibi etnik ayrışmaların çok kanlı olduğunu gösteren örnekler var: Eski Yugoslavya veya Pakistan-Hindistan ayrımı gibi. Akyol'a göre çözümün yolu, üniter devlet içinde liberal demokrasi. Etnik milliyetçiliğe reddiye... Akyol, Türkiye'nin süregiden entegrasyonunun önündeki büyük bir engeli de ortaya koyuyor: Etnik milliyetçilik. Aslında kitap boyunca etnik milliyetçiliğe darbe üstüne darbe indiriyor. Özellikle “Kürtçülüğün çıkmazı” ve “Kürtçülüğün esasları” başlıklı bölümlerde, Kürt etnik milliyetçiliğinin Nazizm'den ilham almış fanatik bir ideoloji olduğu gözler önüne seriliyor. Akyol'a göre Kürt milliyetçileri ideolojik körlük içinde hayal görüyorlar: Kürtlerin nüfusu abartılıyor, var olmayan bir “homojen Kürdistan” coğrafyası hayal ediliyor, ve 1930'lu yılların “Türk tarih tezi”ne benzer hayalî bir “Kürt tarihi” üretiliyor. Akyol, Cemşid Bender ve Mehrdad Izady gibi Kürtçü yazarların “matematiği Kürtler buldu, ilk çömleği Kürtler yaptı” gibi söylemlerinin hiçbir dayanağı olmayan “kurgu”lar olduğunu gösteriyor. Akyol'un etnik milliyetçiliğe yönelik taarruzundan Türkçülük de nasibini alıyor kitapta. Kürtlere karşı düşmanlık içeren her türlü Türkçü yaklaşım Akyol'a göre bölücülükten ibaret. Nihal Atsız'ın ırkçılığını yerden yere vururken, günümüzdeki bazı aşırı sağcıları ve onlarla ittifak eden aşırı solcuları da sert şekilde eleştiriyor. Kısacası “Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek”, Türkiye'nin etnik bir gerilim ve bölünme yaşamaksızın geleceğe uzanacağını gösteren ve bu ideal çözümü güçlü bir şekilde savunan bir kitap. Hem tarihsel bir araştırma, hem sosyolojik bir analiz hem de kendi başına tutkulu bir argüman. Akyol'un kitabının son cümlesi, bu tutkunun bir ifadesi olsa gerek. Şöyle diyor:
“Sırf aynı ‘hilal uğruna' Çanakkale'de, Sarıkamış'ta veya Dumlupınar'da yanyana toprağa düşmüş yüz binlerce kardeş Türk ve Kürt şehidin hatırasına bakmak bile, bize ‘çözüm' için yeterli esini ve işareti verecektir.”
All for Joomla All for Webmasters