Palyaçolu Kur'an Kursu Üzerine Düşünceler
[1 Temmuz 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Geçen pazartesi günü Radikal gazetesinde ilginç bir hikaye vardı: Palyaçolu Kur'an kursu. "Promosyonlu dindarlık!" başlığıyla verilen habere göre, İstanbul Yenibosna'da yer alan Kuba Camisi'ndeki "Yaz Kuran Kursu"nun açılışında görevlendirilen bir palyaço, çocuklara dondurma dağıtmıştı. "Eli sopalı hocalarla anılan Kuran kursları kabuk değiştiriyor" diye yazıyordu Radikal, "kurslar çocukları çekmek için dondurma ve palyaço kullanıyor".
Bu olay, Türkiye'de son bir kaç onyıl içinde gördüğümüz diğer "dinde modernleşme" örneklerinin yanına eklenebilir; tesettür defileleri veya kadınların ön safta durduğu cenaze namazları gibi. Tüm bunlarda, alışılagelmiş, hatta "1400 yıldır" devam eden klasik dindarlık kalıplarından farklı, modern unsurlar çıkıyor karşımıza.
Peki bunları nasıl yorumlamak gerek?
Türkiye'deki iki farklı bakış açısının bu soruya tümüyle farklı iki cevap vereceğini tahmin ediyorum. Birincisi, muhtemelen, İslami geleneğin içine bu gibi modern ve dahası "Batı kaynaklı" unsurların girmesinden rahatsız olacaktır. Öyle ya, İslam tarihinin neresinde görülmüştür bir "palyaço"nun Kuran kursu açtığı? Bu gibi "bid'atler", dinin sulandırılması, içinin boşaltılması anlamına gelmektedir ve tehlikelidir.
İkinci bakış açısına göre ise, palyaçolu Kur'an kursu, ülkemizde irticanın kol gezmekte olduğunun resmidir. "Dinciler", Cumhuriyet çocuklarının körpecik dimağlarına sızabilmek için sürekli yeni yollar bulmaktadırlar. Öyle ki laiklik elden gitmek üzeredir ve "ilericiler" aymazlığı bırakıp Türk Aydınlanması'nı tamamlamak için atağa geçmelidirler. (Mesela, sayın Baykal'ın tek fonksiyonu "laiklik bekçiliği" olan partisinin kollarına atılmalıdırlar.)
Ben, doğru cevabın bu iki ucun ortasında bir yerlerde olduğunu düşünüyorum: Palyaçolu Kur'an kursunun temsil ettiği "dinde modernleşme" ne din ne de laiklik için bir tehlikedir. Aksine, her ikisi için de iyidir.
Karşımızdaki sosyal olgu, dini geleneklerin form (yani şekil) değiştirmesidir. İslam'ın geçmiş asırlar içinde oluşmuş medrese tecrübesi ve onun minyatür bir uzantısı olan klasik Kuran kursu, uydu televizyonu ve internetle içiçe yaşayan bir kuşağa cazip gelmediği için ortaya çıkmaktadır "Palyaçolu promosyon." Bu bir modernleşmedir; ama dine rağmen değil, dinle birlikte modernleşmedir. Ve tam da ülkemize gereken şeydir.
Bunu "laikliğe tehdit" sayanlar, gereksiz evham içindedirler; çünkü "palyaço" ve "defile"den hoşlanan insanlar "İran olmak" istemezler. Dine tehdit sayanlar ise, görememektedirler ki, dinin 21. yüzyıl insanına seslenebilmesi için modernleşmesi gereklidir. Ve din için asıl tehdit, onu zaman içinde dondurmaktır.
Din, promosyon ve sübvansiyon
Bunlar, Radikal'in haberindeki "palyaço" kısmıyla ilgili. İşin bir de "promosyon" kısmı var ki, o da önemli.
Haberdeki ünlem işaretinden bile anlaşılıyor ki, "promosyonlu dindarlık" biz Türklere garip geliyor; çünkü bizim alışkanlıklarımız, dinin "özel sektör" eliyle ve dolayısıyla girişimci bir ruhla sunulmasını değil; devlet eliyle yönetilmesi ve sübvanse edilmesini öngörüyor.
Oysa modern dünyaya baktığımızda, devlet sübvansiyonuna değil de "özel sektör" promosyonuna dayalı dindarlığın daha başarılı ve canlı olduğunu görüyoruz.
Bu gerçeğin altını çizenlerden biri, Baylor Üniversitesi'nde sosyal bilimler profesörü olan Rodney Stark'tır. Stark, Avrupa'nın, özellikle de kıtanın kuzeyinin neden aşırı derece sekülerleştiği, ABD'nin ise niçin çok daha dindar olduğu sorusunu incelerken, diğer tarihi ve sosyal nedenlerin yanında, din-devlet ilişkisinin farklılığını vurgular. Danimarka, Norveç, İsveç, İzlanda gibi ateizmin son derece yaygın olduğu, kiliseye gitme oranlarının çok düştüğü ülkelerin hepsinde, birer "devlet kilisesi" vardır. Stark, devlet tarafından yönetilen bu resmi kiliselerin hepsinde, bizim "memur zihniyeti" diyebileceğimiz bir atalet, cansızlık ve ruhsuzluk olduğunu, bunun da toplumun dinden uzaklaşmasını hızlandırdığını anlatır.
Öte yandan devletten hiç bir destek almayan, dolayısıyla yaşamak için kendilerine cemaat bulmak zorunda olan Amerikan kiliseleri, "memur" değil "girişimci" zihniyetiyle hareket etmekte, kitleleri cezbetmek için çarpıcı, etkileyici, kimi zaman da eğlenceli "promosyonlar" yürütmektedirler. Sübvanse edilmeyen din, edilene göre çok daha başarılı olmaktadır...
Bundan, laikliğin bizzat din için iyi bir ilke olduğu sonucu da çıkar elbette. Ama kuşkusuz laikliğin "din karşıtlığı" olarak anlaşılmaması; sadece devleti dinden değil, aynı zamanda dini de devletten koruyan bir ilke olarak görülmesi şartıyla...