Burada felsefi açıdan kritik nokta şudur: Bir bilimci laboratuarda çalışırken, deney yaparken Tanrı'ya inanabilir mi? Hayır, inanamaz! Çünkü deney yaparken olayların kendini tekrarladığı varsayılır. Yani bir taşı elimden bırakırsam, yere düşer. Tekrar bırakırsam, tekrar düşer. Ama Tanrı isterse buna müdahale edebilir. Taşı bırakırım, o da havada tutar! İşte böyle bir varsayımla, bir bilimci laboratuara giremez. Çünkü bilim tekrarlar, yani doğal yasalar üzerine kurulmuştur. Eğer bu yasalar dışarıdan bir müdahaleyle, yani Tanrı'nın eliyle değiştirilebiliyorsa... Böyle bir durumda bilim yapmanın anlamı kalmaz. İlahi bir güç, istediği anda evrenin yasalarıyla oynayabiliyorsa, bilim gereksiz hale gelir. Dindar da olsa, bilim adamı laboratuarda sekülerdir. Yani evrenin kendine has bir mekanizması olduğunu, olayların buna göre işlediğini kabul eder.Aköz'un burada özetlediği yaklaşım, "metodolojik natüralizm" (veya "metodolojik materyalizm") olarak bilinir ve başta Darwinizm olmak üzere pek çok modern bilim teorisinin temel kabulüdür. Bu temel kabul, "doğa, dışarıdan hiç bir müdahale almayan, kendi içinde kapalı maddesel bir bütündür" diye de özetlenebilir. Akıllı Tasarım (AT) literatüründe metodolojik natüralizme yönelik çok sofistike eleştiriler var. Ben burada natüralistlere yönelik tek bir soruyla yetineyim: Doğanın kendi içine kapalı bir maddesel sistem olarak işlediğini nereden biliyorsunuz?.. Dikkat ederseniz Aköz, doğanın böyle işlediğinin bir ÖNKABUL olarak alınmasını şart koşuyor. İyi ama ya elde edilen bilimsel veriler bu önkabul ile uyuşmuyor ise? Örneğin, canlılıktaki bilginin (DNA'da kodlu enformasyonun) doğanın kendi içindeki süreçlerle ortaya çıkmasının imkansız olduğu gözüküyor ise? O zaman ÖNKABUL'ün sorgulanması ve akıl sahibi bir Varlık'ın doğaya müdahale etmiş olabileceği açıklamasının değerlendirilmesi gerekmez mi? Bugün AT ile Darwinizm'in taraftarları arasında süregiden tartışmanın en kritik noktası budur. Darwinistler ve Sayın Aköz gibi natüralisler, doğaya dışarıdan bir müdahale yapılmış olamayacağına ilk baştan iman etmektedirler. AT ise bu imanı sorgulamaktadır. Ve dikkat ederseniz bu tablo bizi önemli bir sonuca götürmektedir. Natüralizm de, aynen İlahi dinler gibi, bir inançtır!.. Hem de, 150 yıllık iddiasının aksine, bilimle hiç de uyuşmayan bir inanç. Bu sonucun üzerine sorulması gereken yakıcı soru ise şudur: Madem natüralizm ve ona dayanan sekülerizm de birer inançtır, o halde laik devletin hem teistik dinlere hem de bu ateistik inançlara aynı mesafede durması gerekmez mi? Sekülerizmin ve natüralizmin çoğunlukla "siyasi laikliğin gereği" diye paketlenip sunulduğu ve hatta dayatıldığı günümüzde, bu soruyu iyi irdelemekte yarar var.
Evrim, Metodolojik Natüralizm Ve Laiklik
Sabah gazetesi yazarlarından Sayın Emre Aköz, "Papa Aslında Ne Dedi?" başlıklı yazısında iki önemli konuya değinmiş. Birisi siyasi bir kavram olan laiklik ile felsefi bir kavram olan sekülerizmin farkı. Laikliği savunurken sekülerizmi eleştiren bir insan olarak, Aköz'e burada tümüyle katılıyorum.
Katılmadığım nokta, bilim metodolojisi üzerine yaptığı yorum.
Aköz, bu konuya "seküler dünya görüşünde Tanrı dünyaya müdahale etmez" diye girdikten sonra şöyle devam ediyor: