Öz Eleştiri Zamanı
[20 Mayıs 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Türkiye, Danıştay İkinci Dairesi'ne yapılan kanlı saldırının şokunu yaşıyor. Hakim Mustafa Yücel Özbilgin'in yaşamına neden olan bu vahşet, ne yazık ki ülkemizi bir kez daha gerdi. Hükümete yönelik büyük bir tepki var. Başta Deniz Baykal olmak üzere pek çok kişi AKP'yi saldırıyı "cesaretlendirmekle" suçluyor.
Baştan hemen söyleyeyim; bu "cesaretlendirme" suçlaması, haksızdır. Kimse fanatiğin birinin çıkıp da Danıştay'ı basacağını önceden kestiremezdi. Demokratik ve özgür bir ülkede başka her şey gibi yargı kararları da eleştirilebilir. Eğer "siz eleştirdiniz, başkası da gidip vurdu" gibi bir mantık kurarsanız, o zaman her eleştiriyi suç gibi görmeye başlarsınız. Bu yol bir ülkeyi ancak kapalı rejime götürür; akıl sağlığına değil.
Ancak bunu tespit etmek, tüm bu başörtü kamplaşmasında muhafazakar kesimin hatasız olduğunu savunmak anlamına gelmiyor. Aksine, bence bu kesimin ciddi bir öz eleştiriye ihtiyacı var. Buna katkı sağlayabilecek bir kaç basit soruyu sıralayayım.
Muhafazakar Kesime Sorular
- Türkiye'deki başörtü yasağının binlerce genç kızımızı mağdur ettiği ve onları eğitim imkanından yoksun bıraktığı, malum. Ancak bu yasağa karşı çıkanlar, falanca Anadolu kentinde veya filanca muhafazakar mahallede başı zorla örtülen veya "oruç yediği" için dayak yiyenlerin haklarını savundular mı? Dine baskı yapanlar kadar, din adına baskı yapanlara da, "Dinde zorlama yoktur" ayetinin öğüdüne uyup karşı çıktılar mı?
- Kur'an kurslarının özgürleşmesini, imam hatiplilerin üniversiteye serbestçe girmesini istediler. Tamam. Peki ama Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını, Hıristiyanların serbestçe kilise kurup ibadet edebilmesini savundular mı? Sokakta İncil dağıtan Hıristiyanlara saldıran fanatiklere "durun ne yapıyorsunuz, onlar Ehl-i Kitaptır, hem burası özgür bir ülke" dediler mi? Caferi veya Alevi vatandaşlarımızın ibadethane taleplerinin arkasında durdular mı?
- Yahudi düşmanlığına, Yahudi Soykırımı inkarcılığına, her önüne geleni "Sabetaycı" ilan eden paranoyaya karşı çıkıp iki çift laf ettiler mi?
Kısacası, özgürlüğü, sadece kendi inançları, mezhepleri veya yaşam biçimleri için değil, herkes için istediklerini güçlü bir şekilde ortaya koydular mı?
Bunu kimsenin yapmadığını söylemek istemiyorum. Aksine, İslami kesimden son derece sağduyulu sesler geldi ve gelmeye devam ediyor. Ama demek ki yeterli olmadı ve laik kesim "İran olacağız" endişesinden kurtulamadı...
Neden Nefret Ediyorlar?
Peki ama "İran olacağız" diye endişe edenlerin hiç öz eleştiriye ihtiyacı yok mu?
Var. Hem de çok var. Bakın bunu Danıştay baskını üzerine yapılan "bu olay Türkiye'nin 11 Eylülü" yorumuna başvurarak anlatayım.
Bu, önemli bir yorum. Aslında içerdiği benzetmenin isabetliliği tartışılır. 11 Eylül'ü bir terör örgütü olan El Kaide'nin 19 militanı düzenlemişti; bizim elimizde ise şimdilik bir tane "Türk-İslam sentezcisi" var. Fakat yaşanan toplumsal tepki açısından bir paralellik kurulabilir.
Bu paralelliği kabul ederek önemli bir noktanın altını çizelim: 11 Eylül'den sonra Amerikalılar'ın birinci gündem maddesi, kendilerini vuran terörün mantığını anlamaya çalışmak oldu. Ve en çok bir soru üzerinde odaklandılar: "Neden bizden nefret ediyorlar?"
Amerika'nın düşünce merkezlerinde bu başlığı taşıyan onlarca konferans, panel, tartışma programı düzenlendi ve İslamcı teröristlerin niçin ABD'ye karşı bu kadar kin dolu oldukları tartışıldı. Bu tartışmaya katılan Amerikalılar, teröristlerin ideolojisindeki çarpıklığın yanısıra, kendi hatalarının ne olabileceğini de masaya yatırdılar. Kimisi "bizden, İsrail'i bu kadar tek taraflı desteklediğimiz için nefret ediyorlar" dedi. Bazıları ABD'nin çifte standartlarla dolu dış politikasının bu nefreti doğurduğunu savundu. Bu argümanları öne sürenlerin hiç biri terörü meşrulaştırmaya çalışmıyor, ama terörün kökenini anlamaya gayret ediyordu.
Sonunda Başkan Bush çıktı ve ABD'nin son 50 yıldır Ortadoğu'daki baskıcı rejimlere destek verdiğini, bu yüzden anti-Amerikanizmin büyüdüğünü, ama artık bu hatalı politikanın değişeceğini açıkladı. Amerikalılar bu politika değişikliğini ne kadar başardılar, o ayrı bir tartışma, ama en azından "neden bizden nefret ediyorlar" sorusuna öz eleştiri yaparak cevap aradılar.
Ve bunu yaparken bir de teşhis koymuş oldular: Radikal İslamcılığın, baskıcı rejimlere tepkiden beslendiğini belirlediler. Çözümün de demokrasiden geçtiğine karar verdiler.
"Bizden neden nefret ediyorlar" sorusunun ABD'de tetiklediği bu tartışmayı, biz de yapabilmeli, yerli teröristlerimizi anlamaya çalışırken "devletten niye nefret ediyorlar" diye sorabilmeliyiz. Ne yazık ki Türkiye'de bu soruya genelde "çünkü sütleri bozuk", "çünkü satılmışlar" gibi hamasi ve yüzeysel cevaplar verildi ve tartışma başlamadan kapatıldı. Oysa bu ülkede Kürtçülük, solculuk veya İslamcılık adına gelişen radikalizmin kökeninde, çarpık ideoloji ve psikolojilerin yanında, "devlet"in ve genel olarak "merkez"in yaptığı hatalar, izlediği otoriter yöntemler de var. Bunu anlamak, terörü meşrulaştırmak anlamına gelmez, ama beslendiği kaynakları kurutmak için gerekli politikaları belirlemeye yarar.
Tüm bunlara dayanarak düşünüyor ve soruyorum: Başörtüsü yasağı yüzünden kan akan bir Türkiye'de, izlenmesi gereken politika yasağı sürdürmek midir, kaldırmak mı? Bush'un bile "radikal İslamcılık, baskıcı rejimlere tepkiden doğuyor" dediği bir dünyada, özgürlükçü bir laiklik midir akıl karı, yoksa baskıcı bir laiklik mi?