İman Tazeleme Ve Bir Yaratılışçının Tasfiyesi
Bu hafta sonu Yıldız Teknik Üniversitesi'nde "Evrim, Bilim ve Eğitim" konulu bir sempozyum düzenlenecek. Sempozyumun programına bakıldığında, tüm konuşmacıların Darwinist evrim teorisini benimseyen ve destekleyen isimlerden seçildiği açıkça görülüyor. Konuşmacıların çoğu, daha önceki "700 Darwinist Akademisyene Çağrı - ve Meydan Okuma" başlıklı yazımda söz ettiğim akademisyenlerin önde gelenleri.
Sempozyum düzenlemek kuşkusuz olumlu bir girişim, ancak bu girişimin bilime hizmet niteliği taşıyabilmesi için, tartışmalı bir bilimsel konudaki farklı görüşlere de yer vermesi, bu görüşlerin savunucularını da kürsüye çağırması gerek. Bunun aksi yönde bir yaklaşımla düzenlenen, yani tek taraflı olarak organize edilen bir sempozyum, propaganda ve "iman tazeleme"den ileri gidemez. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde konferans, ne yazık ki tam böyle bir görüntüde.
Bir üniversitemizde yaşamın kökeni konusunda böylesi tek taraflı bir sempozyum düzenlenirken, öte yandan hayli enteresan ancak vahim bir haber daha dikkati çekiyor: Yeni Şafak'ın "YÖK'ten 'Bilime' İhraç" başlıklı haberine göre, Yüksek Öğretim Kurulu, Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Adem Tatlı'yı 14 yıl önce yazdığı "Yaratılış ve Evrim" kitabı nedeniyle üniversiteden ihraç etmiş. Habere göre, YÖK, Prof. Tatlı'yı "irticai akımlara destek vermek" ve "öğrencilerine laiklik karşıtı görüşleri empoze etmek"ten suçlu bulmuş.
Oysa Prof. Tatlı'nın tek yaptığı şey, Darwinizm'le çelişen bilimsel verileri anlatan ve yaratılış görüşünü savunan bir kitap yazmak. Bu kitabın bilimsel değeri tartışılabilir, içeriği eleştirilebilir, fakat kitabı yasaklamak ve yazarını üniversiteden çıkarmak, akıl almaz bir "düşünce despotizmi." Ortaçağ'da "cadı avları" vardı. Anlaşılan modern çağda da "yaratılışçı avı" yaşanabiliyor.
İşin en garip tarafı ise, canlılığın Allah tarafından yaratıldığını savunan bir akademisyenin "irtica" ve "laiklik karşıtlığı" ile suçlanması. Bu durumda bir öğretim üyesinin "mürteci" damgası yememesi ve "laiklik karşıtı" sayılmaması için, evrimin ateist yorumunu da onaylaması gerektiği gibi tuhaf bir sonuç ortaya çıkıyor. Birisi bu tabloya bakıp da, "en iyi akademisyen, ateist akademisyendir" derse, çok şok edici bir şey söylemiş olmaz.
Yetkili kurumlar bunu açıkça böyle tarif ederler mi, bilmiyorum. Ama uygulama buna işaret ediyor. Bu ise Türkiye'de "laiklik" adı altında savunulan ve uygulanan görüşlerin, aslında kimi zaman gerçek laiklik (yani devletin dinler ve felsefeler karşısındaki tarafsızlığı) olmadığını, aksine devleti dine karşı materyalizmin yanında konumlandırma çabası olduğunu gösteriyor. İstenenin "objektif akademisyenler" değil de "Darwinist akademisyenler" olması başka nasıl izah edilebilir?
Princeton Üniversitesi'nden saygın tarihçi Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, bugünkü önemli makalesinde "Türk siyasetinin asırlık temellerinden birisi olan Le Bonist seçkincilik"ten söz ederken tam da bu probleme işaret etmiş. Hanioğlu'nun Gustav Le Bon'a yaptığı bu gönderme, son derece yerinde, çünkü 19. yüzyılın bu koyu ateist, materyalist, ırkçı ve evrimci Fransız düşünürünün görüşleri bazı Jön Türkleri derinden etkilemiş, o Jön Türklerin fikri mirası da bugüne kadar Türk elitinin bir kısmında kesintisiz devam etmiştir.
İşte "yaratılışçı avı" başlatmakta beis görmeyen, "canlıları Allah yarattı" demeyi "mürtecilik" sayan güç, aslında "laiklik" değil, "Le Bonist seçkincilik" ve materyalizmin diğer türevleri. Yapılması gereken ise laikliği de bilimi de bu dogmatik materyalistlerden kurtarmak. Onların hegemonyasından çıkarıp objektif ve tarafsız kılmak. İşte o zaman Türkiye'de zihinler de kampüsler de özgürleşir. Şimdi ne yazık ki her ikisi de tam özgür değil.