"Gerçekte ne yaptığından hareketle Mustafa Kemal'i anlamaya çalışmıyoruz, hayalimizdeki Mustafa Kemal'den hareketle gerçekliğin ne olduğunu kurguluyor, bir de bunun aksini söyleyeni cezalandırmak istiyoruz."İşin kötü tarafı, gerçekliğin ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışan insanların da, hemen mevcut komplo teorileri içinde bir yere yerleştirilmesi. 'Kral çıplak' diyenler, başka kralların ajanı, taşeronu, maşası olmakla suçlanıyor. Realitenin böylesine kapalı bir zihne sızması ise neredeyse imkânsız. Eğer bu kısırdöngü böyle sürüp gider ve söz konusu zihinsel kalıpları aşamaz isek, Türkiye'nin 21. yüzyılda işi hayli zor. Dünyayı anlamayanın onda saygıdeğer bir pozisyon edinmesi mümkün değil çünkü...
Hangi Komplo Gerçek?
[11 Eylül 2006 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
Türkiye enteresan ülke. Güncel siyasi tartışmalara bakınca, aynı konuda birbiriyle taban tabana zıt komplo teorilerinin havada uçuştuğunu, bu teori sahiplerinin de 'Bu işte bir gariplik yok mu' diye düşünmeye hiç zahmet etmediklerini görüyorsunuz.
ABD ve özellikle de Bush yönetimi hakkında komplo teorileri, tam da böyle. Türkiye'deki bir grup 'kanaat önderi', Washington'daki güç odaklarının Türkiye'de bir İslam devleti kurmaya karar verdiği, AKP iktidarının ise bu karanlık planı hayata geçirmek için göreve gelmiş bir 'taşeron' olduğu kanısında. İlhan Selçuk, Cumhuriyet'teki köşesinde sık sık, 'laik ve bağımsız bir Türk ulusuna diş geçiremeyeceğini anlayan emperyalizmin şeriatçılığı tercih ettiği'ni savunuyor. Ruhat Mengi, Vatan'daki 'Sıra geldi Atatürk'ün inancına!' başlıklı yazısında, aynı görüşü paylaşıyor ve Atatürk'ün 'deist' (Allah'a inanıp dine inanmayan) bir insan olduğuna dair tarihçi Rıfat Bali'nin ortaya çıkardığı ve Radikal'de de yayımlanan 'Amerikan kaynaklı' ifşaatları endişeyle karşılayarak, ABD'nin 'Türkiye'nin modern, laik, demokratik, Atatürk'ün izinden yürüyerek akılcı çizgisini koruyan, onun ilkeleri etrafında bütünleşen bir topluma sahip olmasını' istemediğini ileri sürüyor.
Öte yandan 'İslami basın'daki bazı kalemler de, ABD'nin İslam'a karşı yeni bir 'Haçlı seferi' başlattığını, İslam ülkelerini tek tek işgal edip sömürgeleştireceğini, hatta 'Müslüman Soykırımı'na hazırlandığını savunuyorlar. Aynı görüşe göre, ABD'nin Türkiye içindeki planı da 'Sabetaycı, mason' vs. gibi yerli işbirlikçileri kullanarak İslam'ı olabildiğince zayıflatmak, gerektiğinde yeni askeri darbeler tetikleyerek baskı altına almak.
Tabii bu iki komplo teorisi birbiriyle çelişkili, ABD yönetiminin aynı anda hem 'İslam düşmanı' hem de 'şeriatçıların destekçisi' olması akla aykırı... Ama bize fark etmiyor.
Çelişkili komplo teorilerini Lübnan'a asker gönderilmesi hakkındaki tartışmalarda da görmek mümkün. Bir görüşe göre AKP hükümeti Lübnan'a 'ABD'nin dümen suyuna girmek' ve 'İsrail'in hizmetine koşmak için' gidiyor. Yani 'İslam'a ve bölge halklarına ihanet' içinde... Tam aksi yöndeki bir görüşe göre ise, AKP'nin amacı 'Hizbullah'a destek çıkmak.' Akşam gazetesi editörü Serdar Turgut ve Washington'dan stratejist Soner Çağaptay, AKP'yi 'Hizbullahçılık'la ve 'İslam davası gütmek'le suçluyorlar.
Kuşkusuz Lübnan'a hem 'İsrailcilik' hem de 'Hizbullahçılık' niyetiyle asker göndermek mümkün değil, ama yine, her iki komplo teorisinin sahipleri, görüşlerini kendilerinden son derece emin bir şekilde savunuyor, 'niye başkaları aynı meseleyi farklı şekilde görüyor' diye düşünme zahmetine katlandıklarına dair bir emare vermiyorlar.
Tüm bunlar, Türkiye'deki yaygın akıl yürütme biçimindeki ciddi bir probleme işaret ediyor. Bu problem, realitenin, yani somut gerçekliğin fazla önemsenmemesi. Bunun yerine, doğruluğuna baştan karar verdiğimiz birtakım önkabullerin ve inançların öne çıkarılması. Realiteyi, bu önkabullere uygun veriler sunduğunda önemsiyor, diğer zamanlarda ise göz ardı ediyoruz. Önümüzdeki karmaşık gerçeklerin içinden, doğruluğuna baştan karar verdiğimiz bir komplo teorisine uygun düşenleri seçip, bir araya getirip, sonra da 'Bu kadar tesadüf biraz fazla!' diye 'zekice' yorumlar yapmaya, ülkemizde 'siyasi analiz' deniyor.
Bu sorunlu akıl yürütme biçimi, sadece güncel meseleleri değil, tarihi olayları, hele de 'resmi tarihi' ele alışımızda da egemen. Etyen Mahçupyan, İpek Çalışlar'ın 'Latife Hanım' adlı kitabının 'Atatürk'ün çarşaf giyerek kaçması'ndan söz ettiği için yargılanmasına atıfta bulunduğu 'İdeoloji Hastalandırır' başlıklı yazısında , şu önemli teşhisi yapıyor: