O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 3-4)Bu düşünce yöntemi Kuran'ın onlarca farklı ayetinde vurgulanır. Örneğin Gaşiye Suresi'nde "Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?" (17. ayet) diye sorulur ki, insanların etraflarındaki canlıları inceleyerek, onlardaki yaratılış kanıtlarını çıkarmaları gerektiğinin açık bir ifadesidir. Kuran'da doğaya yapılan bu vurgu nedeniyledir ki, başta İmam Gazali olmak üzere, İslam kelamcılarının büyük bölümü "İsbat-ı Vücud", yani Allah'ın varlığını göstermek için doğadaki düzen, ahenk ve tasarım üzerinde durmuşlardır. (Bkz. İlm-i Kelam) Bediüzzaman Said Nursi'nin külliyatının büyük bir bölümü de yine aynı konu üzerinedir. Tüm bunlar, "Allah'ın varlığının bilimsel olarak kanıtlanabileceği" anlamına gelmez. Allah'ın varlığı yine de bir iman konusudur, ama bu imanı akılcı hale getiren güçlü "ayetler" vardır. Fideizme Saplanmak Darwinizm'in en önemli özelliği ise, kabul edildiğinde, canlıları bir "ayet" olarak görmeyi imkansız kılmasıdır. Çünkü Darwin - kendisinden yarım yüzyıl kadar önce yaşamış İngiliz teolog William Paley'in, aynı Gazali'nin yaptığı gibi, canlıları Tanrı'nın varlığının kanıtı olarak yorumlayan "doğal teoloji" yaklaşımına şiddetle karşı çıkarak - tüm canlılığın amaçsız, kör, rastlantısal bir evrim sürecinin ürünü olduğunu savunmuştur. Yani Darwinizm'e göre "devenin nasıl yaratıldığına" bakıp Yaratıcı'ya ulaşmak anlamsızdır; çünkü deveyi yaratan şey, doğanın kör ve amaçsız güçleridir. İşte "Darwinizm'le, Tasarım'la ne işimiz var; biz zaten inanırız, inanmak için kanıt mı olur" diyen Müslümanlar, bu kritik meselenin farkında değiller. Teizmin (yani Allah inancının) rasyonel bir dayanağı olmadığını kabul ederek, onu "irrasyonel" sayan materyalist felsefeye "tav" olmuş oluyorlar. Yaptıkları, teizmi "fideizm" düzeyine indirmek. Yani "inanıyorum, çünkü inanmak istiyorum" noktasına getirmek. Materyalistler de Freud'dan beridir bunu savunuyor zaten. "İnsanlar, ortada Tanrı'ya inanmak için rasyonel bir kanıt olmamasına rağmen, salt duygusal ve sezgisel nedenlerle inanır" diyorlar. "Yaratılış illa öğretilecekse din dersinde öğretilmeli, bilime sokulmamalı" demelerinin de nedeni bu: Teizmi subjektif bir inanç, materyalizmi ise objektif gerçeklik olarak göstermek istiyorlar. Oysa gerçek bunun tam tersi: Materyalistler Tanrı'ya inanmıyorlar, çünkü inanmamayı istiyorlar. Rasyonel kanıtlar (yani evrendeki ve doğadaki "ayetler") onlara Allah'ın varlığını göstermesine rağmen, bunu kabul etmemeye şartlanmış oldukları için, inkarda ısrar ediyorlar. Akıllı Tasarım teorisi, işte bu ısrarı deşifre ettiği ve doğaya bakışı materyalizmin hegemonyasından kurtardığı için ses getiriyor. Ses getirmeyi de sürdürecek. İzlemeye devam edin...
Ne Gerek Var Darwin'le Uğraşmaya?
Süregiden Darwin-Yaratılış tartışmasına üçüncü bir açıdan girerek "ne gerek var bu kavgaya" diyenler de var. Bu yaklaşım, kabaca, "Allah'a zaten 'iman' edilir, bu iman için bilimsel bir kanıta ihtiyaç yoktur" diye başlıyor ve, "ne gerek var Darwin'i eleştirmeye ve de Akıllı Tasarım teorisini savunmaya" diye devam ediyor.
Örneğin Radikal yazarı Nuray Mert, "Yaratılmayış efsanesi" başlıklı yazısında "ABD'de muhafazakârların icat ettiği 'akıllı tasarım' fikri kadar dinsel inanca ters düşen bir yaklaşım olamaz; inananlar, insan aklına uygun buldukları şeylere inanmak durumunda değildir; zira, inanışa ilişkin ilk kabul, insan aklının sınırları olduğuna dair inanıştır" diyor. Yani dini inancın, insan aklının ötesinde kalan alana sığması gerektiğini savunuyor.
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da "Anti-Darwin timine epey basit sorular" başlıklı yazısında, "Eğer inanca ilişkin alanlarda bilimsel kanıtlar sunabiliyorsanız, o zaman inanmanın ne anlamı kalır?" diyor.
Eminim, her iki yazar da dini inancı gereksiz bir tartışmadan kurtarma niyeti içindeler. Yani iyi niyetliler. Ancak yanılıyorlar.
Görmedikleri nokta şu: "Dine inanmak için rasyonel kanıt gerekmez" derken, dini irrasyonel bir inanç olarak tanımlayanları onaylamış oluyorlar. Allah'ın varlığına inanmayı - Kaf Dağı'na, su perisine veya Noel Baba'ya inanmak gibi - hiç bir akılcı gerekçesi olmayan, tümüyle gelenek, sezgi ve duyguya dayalı bir "tercih" gibi gösteren söylemi tasdik ediyorlar.
Göklerdeki ve yerdeki ayetler
Böyle bir dini inanç da mümkündür elbette. Ancak bu, İslam'ın sözünü ettiği "iman" değildir. (Hıristiyanlık veya Yahudilik de böyle kanıtsız bir "iman" teklif etmez.) Kuran, İncil ve Tevrat, insanlara Allah'a inanmalarını öğütlerken, O'nun varlığının kanıtlarının ("ayetlerinin"), yarattığı evrende ve canlılarda gözüktüğünü ısrarla vurgular. Kuran'a göre dünyanın yapısı ve üzerindeki ürünlerin her biri, Allah'ın ayeti, yani işaretidir: