Türkçe Yazılar

Amerikan İşkencesine Lanet - Ve Teşhis

Ebu Gureyb cezaevindeki işkence sahnelerinden biriIrak'taki Ebu Gureyb cezaevindeki Amerikalı gardiyanların tutuklulara yaptıkları işkencenin yeni kanıtları ortaya çıktı. Bir önceki yazımda da "alçaklık" olarak nitelediğim bu insanlık dışı, adice işkencelerin sadece "bir kaç kötü askerin işi" olmadığı, Amerikan ordusunda daha yaygın bir işkence uygulaması olduğu anlaşılıyor. Bunu, nefretle lanetliyorum. Umarım, sorumluları, hem beşeri hem de ilahi adaletle cezalandırılırlar. "Kurtlar Vadisi Irak" filmini eleştirirken, işkenceci Amerikan askerlerinin, tüm Amerika'ya yönelik bir düşmanlığa neden olmasının yanlış olacağını, özellikle de bir "Hıristiyan düşmanlığı"na dönüşmemesi gerektiğini vurgulamıştım. Nitekim Amerikan ordusunun yaptığı işkenceleri kınayıp protesto edenlerin arasında, ABD'nin kendi Hıristiyanları önde gidiyor. 2004 yılında, Ebu Gureyb'deki işkenceler ilk ortaya çıktığında, bu konuda bir araştırma dosyası hazırlamıştım ve Aksiyon dergisinde yayımlanmıştı. Şimdi, Ebu Gureyb'deki işkencelerin bir kez daha ve tüm iğrençliğiyle ortaya çıkması üzerine, aynı dosyayı arşivden çıkarmakta yarar gördüm. EBU GUREYB'İN SONRASI: AMERİKA, KENDİNİ SORGULUYOR [Kısmen, 7 Haziran 2004 tarihli Aksiyon dergisinde yayınlandı] Ünlü film yıldızı Edward Norton'un başrolünü oynadığı "25. Saat (25th Hour) adlı film, geçtiğimiz yılın önemli Hollywood yapımlarından biriydi. Filmde, uyuşturucu ticareti yaptığı için 8 yıl hapis cezasına çarptırılan New Yorklu bir gencin, hapse girmeden önceki son 24 saati gösteriliyordu. Ve sözkonusu genç (Edward Norton) son 24 saatinin sonlarına doğru en yakın arkadaşından ilginç bir istekte bulunuyordu: "Beni öldüresiye döv! Yüzüm tanınmayacak hale gelsin!" Bu garip isteğin amacı, hapishaneye olabildiğince "yüzüne bakılamayacak" şekilde girmekti. Çünkü diğer türlü, genç ve yakışıklı bir mahkumun, orada akıl almaz cinsel taciz ve tecavüzlere uğrayacağını biliyordu. Bu filmi izleyen pek çok insan, gelecekle ilgili hayalleri yıkılmış olan genç dramına odaklandı. Ancak film, bize çok daha büyük bir dramı da anlatıyordu: Amerikan hapishanelerinde yaşanan korkunç olaylar. Amerika'daki Ebu Gureybler Irak'taki Ebu Gureyb cezaevinde yaşanan ve fotoğraflarla belgenen taciz ve işkenceler üzerine, ABD'nin kendi hapishanelerindeki feci tablo, bir kez daha gündeme geldi. Ebu Gureyb'teki gardiyanların bazılarının Amerika'daki mesleği de gardiyanlıktı. Yani yaptıkları, yabancı oldukları bir iş değildi. Acaba uyguladıkları taciz ve işkenceler de, Amerikan hapishanelerindeki ortamı, binlerce kilometre ötesine taşımaktan mı ibaretti? Bu soru, son haftalarda Amerikan medyasında giderek daha fazla yankı bulmaya başladı. Ülkenin en saygın gazetelerinden New York Times'ın 18 Mayıs tarihli ve "Amerika'nın Karanlık yüzü" başlıklı başyazısında, Irak'taki Ebu Gureyb cezaevinde çekilmiş olan işkence fotoğraflarının, pekala Amerikan cezaevlerinde de çekilmiş olabileceği, çünkü orada da benzer uygulamaların hüküm sürdüğü anlatılıyordu. ABD'de her yıl yaklaşık 12 milyon mahkum bulunduğu ve bunların çoğunun oldukça feci bir hayat sürdüğü belirtilen makaleye göre, mahkumlar arası tecavüz çok yaygın ve öte yandan çoğu kez gardiyanların da dahil olduğu uyuştucu ticareti ayyuka çıkmış durumda. Human Rights Watch (İnsan Hakları Gözlemi) raporlarına göre, mahkumlar arasında "vahşi şiddet" olayları ve tecavüz yaşanırken, görevliler çoğu kez bunları umursamıyor. Sözkonusu tecavüz vakaları o kadar vahim bir hal almıştı durumdaki, Amerikan Kongresi, "Hapishane Tecavüzlerini Engelleme Kararı" (Prison Rape Elimination Act) yayınlayarak, Adalet Bakanlığı'ndan bu ciddi problem konusunda önlem almasını istemişti. New York Times'ın ünlü köşeyazarlarından Bob Herbert ise, "Amerika'nın Ebu Gureybleri" adlı 31 Mayıs tarihli makalesinde aynı konuda şu yorumu yapıyordu:
"Çoğu Amerikalı Ebu Gureyb hapishanesindeki Iraklı tutuklulara yapılan sadistçe uygulamalar karşısında şoke oldu. Ama şaşırmamıza hiç gerek yok. ABD'deki hapishanelerdeki mahkumlara da aynı şekilde rahatsız edici şeyler yapılıyor."
Herbert yazısında ABD'nin Georgia eyaletindeki hapishanelerde 1990'Iı yıllarda yapıldığı tespit edilen bazı feci olayları da anlatıyordu. Gardiyanlar mahkumlara yönelik sistemli bir cinsel taciz ve aşağılama yürütmüşler ve bu da Güney ABD İnsan Hakları Merkezi (Southern Center for Human Rights) yöneticisi Stephen Bright tarafından detaylarıyla açıklanıp yargıya taşınmıştı. Herbert, sorunun kökendine yatan mentaliteyi de şöyle özetliyordu:
"ABD'de mahkumlara yapılan muamele hakkındaki mesaj yıllardır şu şekilde: Onlara istediğiniz gibi davranın, onlar sadece birer hayvan. Dolayısıyla Irak'taki tutuklulara yapılanlar da, sıradışı bir şey değildi. Onlara da hayvan muamelesi yapıldı ve bu kendi topraklarımızda mahkumlara yaptıklarımızın doğal bir mantıksal uzantısıydı."
İşkenceden Zevk Alan 'İnsan' New York Times sütunlarına taşınan bu bilgiler, Irak'taki işkence skandalını farklı bir bakış açısından değerlendirmeyi gerektiriyor. Ebu Gureyb'teki işkencenin bir kaç "kendini bilmez" tarafından yapılan "münferit olay" mı, yoksa sistemli bir sorgulama tekniği mi olduğu tartışılmaya devam ediyor. Bu önemli tartışmanın yanında, bir de meselenin insani boyutu var. İşkence, askeri istihbarat uzmanlarınca emredilen bir sorgulama tekniği olsa bile, uygulayıcıların bu işi bu denli rahat, kaygısız ve hatta neşeli bir biçimde yürütmeleri, ortada bir ahlaki sorun olduğunu gösteriyor. Amerikan hapishanelerinde, Ebu Gureyb'te (ve elbette dünyanın daha pek çok yerinde) ortaya çıkan bir ahlaki sorun bu. Gücü eline geçirenlerin, elleri altındaki insanları "hayvan" olarak görmeleriyle ve onlara çektirdikleri acılar nedeniyle de hiç bir vicdani rahatsızlık duymamalarıyla ilgili bir sorun... İşte Amerikalılar son günlerde bu sorunu tartışmaya başladılar. Amerikan vatandaşlarının ezici bir çoğunluğu da, işkence görüntüleri karşısında İslam dünyasındaki insanlar kadar şoke oldu ve tepki gösterdi. Şimdi ise, Amerikalılar, kendi toplumlarından nasıl olup da böylesine bir sadizmin türeyebildiğini tartışıyorlar. "Mahkumlara Yapılan Taciz ve Amerikan Kültürünün Çürümesi" Üstteki başlık, ABD'nin saygın düşünce kuruluşlarından biri olan muhafazakar Heritage Foundation'ın başkan yardımcısı Rebecca Hagelin'e ait. Hagelin Townhall dergisindeki makalesinde söze şöyle başlıyor:
"Tanıdığım her dürüst insan, Bağdat yakınlarındaki Ebu Gureyb cezaevindeki mahkumlara uygulanan kötü muameleye dehşet içinde tepki gösterdi... Ama Amerikalıların o meşum fotoğraflardaki barbarca davranışları göstermeye eğilimli olmalarına şaşırmalı mıyız?"
Hagelin, bu sorunun ardından ABD'deki porno endüstrisinin sadece internet üzerindeki bütçesinin 320 milyon dolara yaklaştığını belirterek şu yorumu yapıyor:
"Hiç bir mutlak değere dayanmayan, aklını seksle bozmuş ve her şeyi meşru gören kültürümüzle, Amerika kendisini uluslararası alanda küçük düşürmek için gerekli altyapıyı kurmuş durumda... Okullarda çocuklarımıza eşcinselliğin kabul edilebilir bir yaşam biçimi olduğunu söylüyoruz. Hıristiyanlığın ve Yahudi-Hıristiyan değerlerinin kamusal alandan silinmesine izin veriyoruz... Bunlar kendi kendilerine olmuyor."
Benzer yorumlarda bulunan bir diğer muhafazakar yazar ise Culture and Family Institute (Kültür ve Aile Enstitüsü) başkanı Robert Knight. Knight, "Irak Skandalı Amerikan Kültürü İçin Tam Bir 'Kusursuz Fırtına'dır" başlıklı makalesinde, Amerika'yı etkisi altına alan bazı kültürel akımların sonunda Irak'taki ölümcül tabloyu ortaya çıkardığı yorumunu yapıyor ve şöyle diyor:
"Müslüman radikaller, Amerikalıların çoğunun dürüst, kanunlara saygılı insanlar olduğunu ve kendilerine hiç bir zarar vermek istemediklerini bilmiyorlar. Radikaller Amerika'dan, biz iyi insanlar olduğumuz için değil, Amerika'nın kötülükleri sanki buradaki gerçeğin tümü gibi gösterildiği için nefret ediyorlar."
Knight, Ebu Gureyb'teki gardiyanlar için "acaba o askerler sado-mazohist ilişkilere girme ve bunu videoya çekme fikrini nereden aldılar" diye sorduktan sonra şu cevabı veriyor: "Basit: Internette binlerce eşcinsel site var ve bunlar sado-mazohist yayınlarla, hatta bu içerikte partilerin reklamlarıyla dolu." Knight, Amerika'daki ahlaki dejenerasyonun düşünce temelini de, "On Emrin ve özgürlüklerimizin kaynağı olarak Tanrı'yı kabul eden tüm kamusal açıklamaların sistemli olarak reddedilmesi"nde görüyor. Ebu Gureyb'teki işkence skandalına karışan askerlerden birinin sonradan basına yaptığı açıklamada "içimdeki Hıristiyan bana bunun yanlış olduğunu söylüyordu" demesi, Knight'ın görüşünü destekliyor. Belki de sorun, o askerin içindeki vicdanın yeterince güçlü olmayışı... Ahlak konusundaki tanımları biraz daha farklı olsa da, Ebu Gureyb'in temelde ahlaki bir sorun olduğunu liberaller de kabul ediyorlar. Los Angeles Times'ın liberal yazarlarından Robert Scheer, "Irak'taki Kötülük Yapanlar Biz Olduğumuzda" başlıklı yazısında, Başkan Bush'un teröristler hakkında kullandığı "kötülük yapanlar" kavramına atıfta bulunarak şu yorumu yapıyor:
"Kendi değerlerimizi kutlamadan önce kabul edelim ki, amaçların yöntemleri meşru kılacağı şeklindeki son derece tehlikeli fikri benimsediğimizde, biz de 'kötülük yapanlar' haline gelebiliriz."
PHILLIP E. JOHNSON: "IRAK'TAKI İŞKENCE, NİHİLİST BIR PSİKOLOJİNİN ÜRÜNÜ" Phillip E. JohnsonPhillip Johnson, ABD'nin önde gelen muhafazakar yazarlarından biri. 30 yılı aşkın bir süre, ülkenin en itibarlı üniversitelerinden biri olan California Berkeley'de hukuk profesörlüğü yaptı. Earl Warren'ın Kennedy suikastini araştıran komisyonunda görev yaptı. 1990'larda bu yana ise, din, devlet, laiklik, bilim felsefesi gibi konulardaki kitaplarıyla entellektüel dünyada büyük bir ün kazandı. ABD'nin en çok satan dördüncü dergisi olan "World", 2003 yılında Phillip E. Johnson'ı "yılın adamı" seçti. Prof. Johnson, Amerika'daki dini değerler, ahlaki dejenerasyon ve Irak'taki işkence skandalı konusundaki sorularımı yanıtladı. - Amerikan kültüründe dinin önemini nasıl tarif edersiniz? Amerika'daki dindar kültür, ülkenin kuruluşuna kadar uzanır. Ülkemizi kuranlar, Tanrı'ya inanmanın, insan haklarının ve demokrasinin de çıkış noktası olduğunu düşünüyorlardı. Bugün de Amerika dünyanın teknolojik olarak en ileri ülkesi ve aynı zamanda gelişmiş uluslar arasında en dindar olanı. Bu ikisi arasında da hiç bir çelişki yok. Aksine, Amerika'nın gücü buradan geliyor. Ancak son bir kaç on yıldır, kimi liberal entellektüelller, bazı Musevi örgütlerden de aldıkları destekle, Amerikan kültürünü daha fazla sekülerize etmek için çabalıyorlar. Okullarda öğrencilerin yaptığı toplu dualara gelen itirazlar ve bunun üzerine gelişen tartışmalarda olduğu gibi. Seküleristlerin bu çabası, kimi zaman kendi dünya görüşlerini mutlak doğru gibi göstermeye kadar varıyor ve bunun üzerine bir "düşünce kontrolü" inşa etmek istiyorlar. Örneğin seküler dünya görüşünün "yaratılış hikayesi" olan Darwinizm'e karşı getirilen bilimsel eleştirilere gösterdileri tahammülsüzlük gibi. Ancak tüm bunlara rağmen Amerika'da bireysel ve toplumsal alanda dindarlık güçlü bir şekilde sürüyor. - Peki toplumun önemli bir bölümünü etkileyen sekülerleşme sürecinin toplumsal etkilerini nasıl gözlemliyorsunuz? Bu etkiler oldukça belirgin. Aile yapısının parçalanması açık bir örnek. Bunu özellikle de Afro-Amerikalılar (siyahlar) arasında gözlemleyebiliyoruz. 1960'lara kadar siyah Amerikalıların son derece tutarlı bir aile yapısı vardı. Kölelik ve ırk ayrımcılığının baskılarına bu sayede dayanabilmişlerdi aslında. 60'larda ise aile yapısında hızlı bir çözülme başladı. Gayrı-meşru doğumlar ve çocuklarını terk eden veya onlar üzerindeki denetimlerini yitiren aileler çoğaldı. Bunun uzun vadedeki sonucu, siyahlar arasında suç oranının hızla yükselmesiydi. - Söz konusu değer yozlaşmasının Amerika'daki şiddet kültürüyle de bir ilgisi olabilir mi? Şiddet kültürünün yükselmesinde pek çok farklı faktör vardır kuşkusuz. Ancak toplumdaki dini değerlerin erimesi de bu faktörlerin önemlilerinden biridir. Eğer insanlara, bu dünyayı yaratan ve yöneten, sonunda da kötülüğü cezalandıracak ve iyiliği ödüllendirecek doğruluk sahibi Tanrı'ya inanmamaları yönünde telkinde bulunursanız, bunun büyük etkileri olur. Kendilerini diledikleri her şeyi yapmakta özgür hissederler. Zengin veya güçlü olabilmek ve amaçlarına ulaşabilmek için her yöntemi meşru görmeye başlarlar. Şiddet de bunlardan biri olabilir. İşte bu nedenle toplumun sekülerize olmasının yıkıcı sonuçlar vardır. Örneğin Amerika'da çok ciddi bir uyuşturucu sorunu var; hatta bazı insanlar hallüsinasyon yapıcı ilaçlara dayanarak yeni dinler bile türetiyorlar. Bu çok büyük bir suç sorunu üretiyor, çünkü uyuşturucunun satılması, alınması ve dağıtılması suçla doğrudan ilişkili. Ancak toplumdaki bu çürümeyi gören ve önlem almak isteyenlerimiz de var ve bu da aksi yönde bir hareket geliştiriyor. - Irak'taki son işkence olayları ile sözkonusu şiddet kültürü arasında da bağlantı görüyor musunuz? Tutuklu ve mahkumlara kötü muamele yapılması, tüm dünyada rastlanan bir durum ve ne yazık ki ABD'de de bu çok yaygın. Hapishanelerimizde çok feci şeyler yaşanıyor. Mahkumları bir tür "aşağı insan" gibi görme yönünde bir eğilim var. Onlara insan gibi davranmama eğilimini doğuruyor. Bu Amerika'da çok ciddi bir problem oluşturduğu için, bunun tedavi edilmesi yönünde de girişimler var. Bu konudaki en etkin girişim, Hıristiyan bir yardım kuruluşu olan "Hapishane Dostluğu" (Prison Fellowship). Bu kuruluş hem mahkumları hem de gardiyanları eğitmek ve onlara manen destek olup, moral seviyelerini yükseltmek için büyük bir çaba harcıyor. Irak'ta veya bizim hapishanelerimizde yaşanan işkence ve benzeri feci uygulamaların altında, benim "nihilizm" olarak tanımlamayı tercih ettiğim bir psikoloji var. Yani hiççilik, insanın hiç bir değerinin ve kutsallık duygusunun kalmaması. Orada işkence yapan Amerikan askerlerinin, hem mahkumlara hem de kendilerine hiç bir saygı duymadıkları anlaşılıyor. Zalimlik yapıyor ve bundan da, kendilerini güçlü hissetmelerini sağyladığı için, zevk alıyorlar. Bu ruhsal bir hastalık ve ruhsal ihtiyaçların karşılanması yoluyla tedavi edilmesi gerekiyor.
All for Joomla All for Webmasters