Son günlerde artarak sürdürülen söylemlerde, laiklik, 'din ve vicdan özgürlüğü' olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımla laiklik, din ve vicdan özgürlüğüne indirgenmekte ve anlamsız kılınmaya çalışılmaktadır... [Oysa] Anayasa'daki tanıma göre laiklik, dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını engelleyen temel ilkedir... Bireyin dini inanç ve ibadet yaşamı, kamu düzenini korumak için sınırlanabilir.Sayın Cumhurbaşkanı'nın burada yaptığı, laiklik ilkesine bir tanım getirmek. Bu ise aslında "Anasaya'daki tanım" değil, kendisinin tanımı. Peki ama doğru mu? Muasır Medeniyetin Laikliği Laiklik, malum, Türkiye'nin Batı'dan, yani "muasır medeniyet"ten aldığı bir kavram. Dolayısıyla kavramın ne anlama geldiğini ve nasıl uygulanması gerektiğini anlamak için de Batı'ya bakmak gerekir. Bugün "muasır medeniyet"in zirvesinde olan ülke ABD'dir ve Amerikan Anayasası'nda laikliği düzenleyen madde şöyledir:
Kongre (Amerikan Parlamentosu) ne dinin empoze edilmesini öngören ne de dinin özgürce yaşanmasını engelleyen bir kanun çıkaracaktır.Yani devlet ne herhangi bir dini kendisine temel alıp topluma empoze edecek, ne de herhangi bir dinin özgürce yaşanmasına mani olacaktır. Bunların herhangi birisinin yapılması, laikliğe aykırıdır. Bu laiklik tanımı içinde hem "dinin devlete egemen olmasının engellenmesi" vardır, hem de "din ve vicdan özgürlüğü"... Dolayısıyla devleti dine dayandırmak da laikliğe aykırıdır, devletin din üzerinde baskı kurması da. Laiklik, devletin dinin egemenliğinden çıkarılması anlamına geldiği gibi, dinin devletin tasallutundan korunması anlamına da gelir. Şimdi gelelim Sayın Cumhurbaşkanı'nın laiklik tanımına. Kendileri, "laiklik, din ve vicdan özgürlüğüne indirgenmekte ve anlamsız kılınmaya çalışılmaktadır" demişler. Buradan anlıyoruz ki, "muasır medeniyet"in laiklik ilkesinin "din ve vicdan özgürlüğü" kısmı, Sayın Cumhurbaşkanı için "anlamsız"dır. Anlamlı olan tek kısım, "dinin devlete egemen olmasının engellenmesi"dir. Bu ise, Türkiye'de sıkça kullanılan deyimle "katı laiklik" değil, aslında laiklikten sapmadır. Laiklik - Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi - gerçekten din ve vicdan özgürlüğüne indirgenemez, ama onu da mutlaka içerir. Bu içeriği atarsanız, elinizde "laiklik adı altında devletin dine tahakkümü" kalır. Ne yazık ki bu tahakküm yaklaşımının izlerini Sayın Cumhurbaşkanı'nın sözlerinde sezinlemek mümkün. Örneğin "laiklik," diyor, "dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını engelleyen temel ilkedir". Siyaseti ve hukuku anladım. Burada Cumhurbaşkanı haklı. Peki ama ya toplum?!... Devlet hangi hangi mantıkla "dinin toplumsal bir güç ve düzenleyici olmasını" engelleyebilir ki? Eğer bir toplumda pek çok insan dindar ise ve bu dindarlığın gereklerini yerine getiriyorlarsa devlet hangi hakla buna mani olabilir? Eğer devlet böyle bir mani olma işine girişirse, o rejimin adı artık demokrasi olmaz. "Otoriter rejim" olur. Ve umarım Sayın Cumhurbaşkanı ülkemiz için bunu öngörmüyordur... Keskinlik, Laikliğe Zarar Bence hem Sayın Cumhurbaşkanı'nın hem de kendisi gibi düşünenlerin kendilerine sormaları gereken basit ama önemli bir soru var: "Laikliği dine karşı bir baskı rejimi olarak tanımlarsak, onu topluma nasıl benimsetebiliriz?" Örneğin "Bireyin dini inanç ve ibadet yaşamı, kamu düzenini korumak için sınırlanabilir" diyen Sayın Cumhurbaşkanı, dini inanç ve ibadetini sınırlamak istediği o bireylerden, böylesi bir laikliğe rıza göstermelerini nasıl bekliyor? Hele de "kamu düzenini korumak"tan tek kasıt, başörtüsü görmeye tahammül edemeyen Türk elitinin göz zevkinin tatmininden ibaret gibi dururken... Bu sorunun cevabının "bir kez taviz verirsek devleti ele geçirirler, el verirsek kol kaptırırız" şeklinde geleceğini biliyorum. Bush'un "önleyici saldırı" doktrini gibi, Türk Jabokenizmi de "önleyici hoşgörüsüzlük" fikrine inanıyor. Bu fikre inananlara sormak lazım: Hiç hoşgörü alternatifini denediniz mi? Laikliği "din özgürlüğü"yle birlikte tanımladınız da kabul etmeyen mi oldu? Hem sonra son yıllarda İslami kesimin kendi içinde önemli bir değişim geçirdiğini, muhafazakar demokrasiyi büyük ölçüde benimsediğini, piyasa ekonomisine adapte olduğunu görmüyor musunuz? Bu değişimi sosyal bilimciler tespit ediyor, Batılı araştırmacılar gelip inceliyor da, koca dünyada niye bir tek siz "takiye" diye yorumluyorsunuz? Aydınlanma Ordusu? Sayın Cumhurbaşkanı'nın Harp Akademileri Konferansı'ndaki konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri için kullandığı övücü sözlerin içinde geçen bir ifadeye de "şerh" koymakta yarar var. Kendileri, "Aydınlanma felsefesinden ayrılmayan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne içten iyi dileklerimi sunuyorum" demişler. İyi ama hangi aydınlama? Fransız aydınlanması mı, yoksa İngiliz-Amerikan aydınlanması mı?* Dahası Türk ordusunun bu felsefeden ayrılmaması gerektiğine karar veren kim? Türk ordusunu ve sayın Cumhurbaşkanı dahil tüm devlet ricalini vergileriyle ayakta tutan Türk toplumuna, "sizce ordunuz Aydınlanma felsefesini izlemeli mi" diye soruldu mu? Bir referandum yapılsa ve sorulsa, acaba alacağımız yanıt ne olur? Ve en önemlisi, Türk ordusunu, Anayasa'da yeri olmayan ve toplumun sadece bir kısmında kabul görecek bir felsefeyle özdeşleştirmek, orduyu toplumun sadece bir kısmının ordusu gibi göstermek sonucunu doğurmaz mı? Unutmayalım; Türk vatandaşlarının ezici çoğunluğu, orduyu, "aydınlanma felsefesini" savunduğu için değil, bu ülkenin bütünlüğünün ve güvenliğinin bekçisi olduğu için seviyor. Aralarına "felsefe" sokmak, yanlış olur... * Avrupa medeniyetinin bir ürünü olan Aydınlanma felsefesinin iki temel varyantı vardır. Tarihçi Gertrude Himmelfarb'ın The Roads to Modernity: The British, French, and American Enlightenments (Modernite'ye Yollar: İngiliz, Fransız ve Amerikan Aydınlanmaları) adlı kitabında analiz ettiği gibi, Fransız ve Anglo-Sakson aydınlanmaları arasında büyük farklar bulunur. Örneğin Fransız Aydınlanması koyu bir din karşıtlığı ve materyalizm üzerine kuruluyken, Anglo-Sakson aydınlanmacıları dinle çatışmamış, aksine dini bireysel ahlaki erdemlerin kaynağı ve demokratik toplumların güvencesi olarak görmüşlerdir.