Avrupa'nın İslam Endişesine 'Türk İslamı' Çare Olabilir
[17 Aralık 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Aralık ayının ilk günlerinde, "Türkiye, AB ve İslam" konulu bir panelde konuşmak üzere Amsterdam'daydım. Hollanda'nın "ultra-liberal" kültürüyle ünlü bu kentinin yanında, politik başkenti Lahey'de de bir dizi toplantı ve görüşmeye katıldım. Konu hep Türkiye ve İslam, konuyu merak edenler ise hükümet yetkilileri ve aydınlardı.
Tüm bu geziyi hayata geçiren, ABD'deki Nixon Center adlı düşünce kuruluşunda Uluslararası Güvenlik Programları direktörü olan Zeyno Baran'dı. 15 yıldır ABD'de yaşayan Baran, gerek Washington'da gerekse Avrupa başkentlerinde Türkiye'nin doğru ve iyi tanınması için büyük çaba harcıyor. Onun organize ettiği "Hollanda'ya Türk Müslümanlığını tanıtma" turunun diğer katılımcıları ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Dr. Mehmet Paçacı, gazeteci-yazar Nevval Sevindi ve Fatih Şehzadebaşı Camisi'nin genç ve karizmatik imamı Selman Okumuş idi.
İslam'ın Hollanda'da bu denli ilgi çekiyor olması, son yıllarda ortaya çıkmış bir durum. 16 milyon nüfusu olan ülkede yaklaşık bir milyon kadar Müslüman göçmen yaşıyor. Bunların yarısına yakını Türk; diğer yarısı Fas'tan göçmüş Arap ve Berberiler. Bir de eski bir Hollanda sömürgesi olan Surinam'dan gelenler var.
Hollandalılar bu göçmenleri çok uzun süre, "kiralık işgücü" olarak görmüş, varlıklarının kendi toplumsal yapıları için ne anlam ifade edeceğini hiç düşünmemişler. "Hoşgörü adı altında aslında umursamazlık yaptık" diyor, parlamentoda görüştüğümüz bir yetkili. Ancak 90'lı yıllarda fark etmiş Hollandalılar, ülkelerinde yaşayan göçmenlerin aslında kalıcı olduklarını ve beraberinde getirdikleri farklı kültürün önemli toplumsal etkileri olabileceğini. 11 Eylül 2001'le birlikte bir anda dünya gündeminin zirvesine yerleşen "İslami terör" kavramı, Hollandalıların farkındalığını endişeye dönüştürmüş. İslamiyet hakkında eleştirel bir film yapan Theo Van Gogh'un bir Faslı Müslüman genç tarafından öldürülmesi ise, endişeyi derinleştirmiş.
Bugün Hollanda'da devlet adamlarından "sokaktaki adam"a kadar herkesin aklında "İslam, terör ve şiddeti emreden bir din mi?" sorusu var.
Elbette bu sorununun cevabı "hayır." Dünyadaki yüzmilyonlarca Müslümanın tamamına yakını böyle düşünüyor. Ama içlerinden küçük bir azınlığın, siyasi tepkileri veya sosyal problemleri yüzünden fanatikleşip şiddete başvurmaları, bunu yaparken de İslami sloganlar kullanmaları, Batılıların kafasındaki soru işaretlerini çoğaltıyor.
İşte Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi tartışılırken, Avrupalılar bu soru işaretlerini de ekliyorlar denkleme. Bir başka deyişle, "aramızda yaşayan Müslüman azınlıklarla zaten problemler yaşarken, bir de gidip 70 milyonluk bir Müslüman ülkeyi daha içimize almak, akıl karı mı?" diye soruyorlar.
Oysa, evet, Türkiye'yi Avrupa'ya almak, tam da bu "İslam endişesi" nedeniyle akıl karı...
Türk Müslümanların farkı
Hollanda'ya bakıldığında "Türk Müslümanlığı"nın, Ortadoğu kökenli radikal hareketlerden çok farklı olduğu hemen görülebiliyor. Theo Van Gogh'u öldüren Muhammed B. isimli genç, bir Faslı. (B harfi ile başlayan soyadı hiç bir yerde tam olarak söylenmiyor; yakınları taciz olmasın diye.) Radikal İslamcı sloganların sahipleri de hep Faslılar arasından çıkıyor. Türk toplumunda ise ne şiddet eylemi ne de söylemi var. Aksine Türkler, yasalara saygılı, iyi yurttaşlar olarak görülüyor. Dahası, girişimciler: Hollanda Dışişleri Bakanlığı'ndaki bir yetkili, ülkede açılan küçük ölçekli şirketlerin yüzde 25'inin Türkler arasında kurulduğunu övgüyle belirtiyor. Dönerci, kebapçı filan derken, Türkler soğuk Avrupa'ya sıcak bir ticaret dinamizmi katmışlar.
Kısacası Türk Müslümanları, radikal İslamcı ideolojiye karşı bir alternatif konumundalar. Sadece radikal Islamcılığa değil; Kuzey Afrikalı göçmenler arasında sık görülen "seküler" sorunlara (örneğin yüksek saldırganlık ve suç oranlarına) sahip değiller. "Müslüman göçmen şiddeti"nin Fransa'yı yakıp-yıkarken Almanya'ya hemen hiç uğramamış olmasının nedeni de, Almanya'daki Müslüman toplumunun ezici çoğunluğunu Türklerin oluşturması.
Kısacası, Batılı toplumlara entegre olmak açısından "Türk Müslümanlığı"nın iyi bir karnesi var. Bu ise elbette Türklerin genlerinden değil, yaşadıkları tarihsel tecrübenin farkından kaynaklanıyor. Türk Müslümanlığı, tasavvuf geleneği ve Osmanlı modernleşmesinin birikimine sahip; Cumhuriyet'i ve demokrasiyi içselleştirmiş bir anlayış üzerine kurulu. Dahası Türkiye hiç bir zaman Batı sömürgesi olmadığı için, Avrupa'ya bakışı da "anti-emperyalist" bir hınçla örülü değil. Aksine, Avrupa ve ABD, komünist tehlikeye karşı Türkiye'nin ve dolayısıyla "Türk Müslümanlığı"nın on yıllar boyu müttefiki olmuş güçler.
Tüm bunların Avrupa'ya anlatmak ve Türkiye'nin Müslüman kimliğinin onlar için bir tehdit değil, aksine radikal İslamcılık'tan duydukları endişeye bir çözüm olabileceğini izah etmek gerek. Zaten, görünen o ki, Türkiye'yi 21. yüzyılda küresel düzeyde değerli kılacak olan, modern dünyanın laiklik gibi değerleriyle Müslüman değerleri arasında kurduğu (ve daha da sağlıklı hale getirmesi gereken) sentez.