"Tesettürü şıklıkla bağdaştıran kadınlardan birisi Merve Kavakçı hanımdır. Geçenlerde ikinci eşinden boşandı. Kendisi gazetelerde köşe yazarlığı yapıyor, Amerika'da oturuyor, yanında bir erkek olmadan seyahat ediyor, istediği gibi evleniyor, boşanıyor... Başı açık kadınların yapacağı her şeyi fazlasıyla yapıyor. Bu arada da başını örtüyor. Siz 'laikçilere' bakmayın. Merve hanım da 'sekülerleşmiş' ama kendisi henüz farkında değil işte."Merve hanımın özel yaşamıyla hiç ilgili değilim, ama onun kendi başına düşünen ve ayakta duran bir birey oluşunun Sayın Alkan tarafından "sekülerleşme", yani dinden uzaklaşma olarak yorumlanması, enteresan. Enteresan, fakat şaşırtıcı değil. Çünkü Türkiye'de son 100 yıldır modernleşmenin, sözgelimi modern dünyanın maddi ve entellektüel şartlarına uygun bir yaşam biçimi geliştirmenin ancak sekülerleşmeyle elde edilebileceği zannediliyor. Bunu böyle zannedenler, toplumu modernleştirmek için onu olabildiğince dinsizleştirmek gerektiğini de düşünüyorlar. Eğer bazı dindarlar modern yaşam biçimleri geliştirirse, bu defa da, "bakın onlar da bizim tarafa geçti" diyerek kendilerine küçük zaferler vehmediyorlar. Ancak tüm bu yaklaşımın temelini oluşturan "modernleşme = sekülerleşme" formülü hayli sorunlu. Önce bu formülün ne olduğuna, sonra da nasıl çürüdüğüne bir bakalım. Freud'dan 30'lar Türkiyesi'ne "Modernleşme=sekülerleşme" formülünün temelleri 18. yüzyılda atılmış, gelişkin şekli ise 19. yüzyılda belirlenmişti. Devrin Auguste Comte, Emile Durkheim, Ferdinand Tönnies, Herbert Spencer, Karl Marx gibi ünlü ateist düşünürlerine göre, din, artık vaktini doldurmaya başlamış ilkel bir öğretiydi. (Bunu ileri sürerken ateizme sözde bilimsel bir zemin sağlayan teorilerden, özellikle Darwinizm'den de bir hayli cesaret almışlardı). Bu düşünürlerin kehanetine göre dünya üzerindeki toplumların her biri, dini inancın önemli olduğu "geleneksel" dönemi yaşadıktan sonra, aşama aşama modernizme geçecek ve tümüyle seküler bir kimliğe bürünecekti. Sigmund Freud daha da ileri gidip dini inançları bir tür nevroz olarak tanımlamış ve "Bir İllüzyonun Geleceği" (The Future of an Illusion) adlı kitabında, dinin yakın gelecekte yeryüzünden tümüyle kalkacağını ileri sürmüştü. Bu sekülerist ideoloji, 19. yüzyılın sonlarında bazı Jön Türkler kanalıyla Türkiye'ye de taşındı. 1930'larda ise iyice egemen hale geldi. Orhan Pamuk'un ifadesiyle:
"Türkiye'ye kültürel olarak hakim, Batılılaşmış, laik burjuvazi... dini, Batılılaşmaya mani bir şey olarak tanıttı.... Türkiye'deki pozitivist düşünce, geri kalmanın nedenleri arasında dini gördü. Cumhuriyet'in ilk döneminin hakim sınıfları, kendilerine meşruiyet kazandırmak için, dinle aralarına bir mesafe koydular."Bu yüzden Türkiye'deki laiklik anlayışı da, sekülerist ideolojiyle içiçe girdi. 1930'ların laiklik modeli, ABD Utah Üniversitesi'nde siyaset bilimi doçenti Hakan Yavuz'un ifadesiyle, "din ve devleti birbirinden ayırmakla değil, toplumu pozitivist felsefeye göre yeniden yapılandırmakla ilgili"ydi. (1) İşte Türkiye'deki laiklik tartışmasındaki radikal uçlardan birini, söz konusu sekülerist ideolojiye hala iman eden insanlar oluşturuyor. Onlara göre din bir illüzyon ve Freud'un dediği gibi, toplumun ilerlemesi ile birlikte ortadan kalkması gerekli. Dinin bir türlü ortadan kalkma eğilimi göstermemesi, "babaannelerimiz"le sınırlı kalmayıp toplum yaşamında giderek daha fazla etkili ve görünür hale gelmesi, onların gözünde bir "geri dönüş". Yani "irtica". Ama ne ilginçtir ki aslında kendileri bir "irtica" vakası oluşturuyorlar. Çünkü inandıkları "Modernleşme = sekülerleşme" formülü, çoktan çürümüş ve tarihin çöplüğüne atılmış durumda. Modern Dünyanın De-Sekülerizasyonu Bugün Batılı sosyal bilimciler anlamış durumdalar ki modernleşme dini yok etmiyor. Boston Universitesi'ndeki "Ekonomik Kültür Çalışmaları Enstitüsü" direktörü olan Prof. Peter Berger, editörlüğünü yaptığı ve farklı sosyal bilimcilerin makalelerini içeren "Dünyanın De-Sekülarizayonu" (The Desecularization of the World) başlıklı çalışmada, şöyle yazıyor:
Benim argümanım, sekülerleşmiş bir dünyada yaşadığımız varsayımının yanlış olduğudur. Bugün dünya, birazdan ele alacağım bazı istisnalar dışında, tarih boyunca olduğu kadar, hatta bazı yerlerde daha da fazla, dindardır. Bu, genel olarak "sekülarizyon teorisi" diye adlandırılan ve çok sayıda tarihçi ve sosyal bilimci tarafından üretilen literatürün temelde yanlış olduğu anlamına gelmektedir. Daha eskiden ben de bu literatüre katkıda bulunmuştum... "Sekülarizasyon teorisi"... basittir: Modernizasyon kaçınılmaz olarak dinin gerileyişine yol açar, hem toplumda hem de bireylerin zihninde. Ve işte tam da bu temel fikir yanlış çıkmıştır. (2)Berger, kimi akademisyenlerin bu gerçeği göz ardı edişine ise şöyle dikkat çekiyor:
"Dinin önemsizleştiği efsanesinin ölmesi biraz zor olmaktadır, özellikle de kendilerini dini önemsemek için fazlasıyla aydınlanmış sayan akademisyenler arasında... Ama gerçekte din varlığını sürdürmekle kalmamıştır; gelişip güçlenmektedir."Berger'e göre, "yirmi birinci yüzyılın daha az dindar olacağını düşünmek için hiç bir neden yoktur" ve "güncel meselelerin analizinde dini önemsemeyenler, bunu yapmakla son derece yanılmaktadırlar". Berger, dünyadaki bu tabloyu "modernizmin karşısındaki son direnişler" olarak görme eğiliminin ise bir diğer yanılgı olduğunu şöyle belirtir:
Din sosyologlarının küçük bir bölümü, eski sekülarizasyon teorisini benim "son siper tezi" diye adlandırdığım bir tezle yaşatmaya çalışmaktadırlar: Modernizasyon sekülerleştirmektedir; ve İslami ya da (Hıristiyan) Evanjelik tipi dini hareketler dinin son siper savunmalarını oluşturmaktadırlar ve uzun süre dayanamazlar; sekülerizm sonunda galip gelecektir... Bu tezi ikna edicilikten son derece uzak buluyorum.Kısacası modern dünyanın yönü de-sekülarizasyon, yani "dinin geri dönüşü" yönündedir. Ve bu geri dönüş, modernizm öncesi dünyaya doğru bir "irtica" değil, aksine modernizm sonrası dünyaya doğru bir "ilerleme"dir. İrtica Kol Geziyor Tüm bunlardan sonra Türker Alkan'ın Merve Kavakçı hakkındaki yorumuna dönelim. Aslında Sayın Alkan bu yazıda sözünü ettiğim katı ve bağnaz seküleristlerden biri değil. Aksine, konuyu çok daha sağduyulu yorumluyor. Zaten söz konusu yazısında da öyle yapmış. Ancak yine de modernizm ile sekülerizm arasında bir paralellik kurmuş ki, bence burada yanılıyor. Bu yanılgıdan sıyrılınca, Müslüman olmakla modern olmak arasında bir çelişki olmadığı kolaylıkla görülebilir. Evet, Müslüman kadınlar da "gazetelerde köşe yazarlığı yapan, Amerika'da oturan, yanında bir erkek olmadan seyahat eden, istediği gibi evlenip boşanan... Başı açık kadınların yapacağı her şeyi fazlasıyla yapan" insanlar olabilir, ama aynı zamanda son derece dindar bir yaşam sürebilirler. Çünkü bu sayılan özellikler - ki temelinde bireyselliğin tarif ediyorlar - dindar olmakla çelişkili değil... Dindarlığın geleneksel formuyla, yani "babaannelerimizin" yaşam biçimi ile çelişkililer tabii... Ama o formdan bağımsız, yepyeni yaşam biçimleri içinde ifade bulan bir dindarlık olabilir. Oluyor da işte... Türkiye'deki asıl "mürteciler" bu gerçeği anlayamayan ve dahası baskı altına almak, yasaklamak, yok etmek isteyen sekülerist militanlar. "Militan" deyince de sokakları arşınlayan sivil eylemciler oldukları düşünmeyin. Aksine "devlet"in dört bir yanında, meşin koltuklar üzerinde mevzilenmiş durumdalar. Ve - içlerinden bir kısmının Merve hanımı canhıraş bir şekilde "dışarı, dışarı" diye tempo tutarak TBMM'den ve ülkeden nasıl sürdüklerini hatırlıyorum da - bırakın iddia ettikleri gibi çağdaşlığı, çoğu en temel insani terbiyeden bile yoksun... Ama yine de hoşgörmek ve yapıcı yaklaşmak gerek. Hem ne de olsa mürteci olmak kendi suçları değil; çağdışı bir eğitimin ve kendi içine kapalı bir dünyanın kurbanları onlar... 1) Hakan Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, Oxford University Press, 2003, s. 21 2) Peter L. Berger, "The Desecularization Of The World: Resurgent Religion And World Politics", The National Interest (No. 46, Winter 1996/ 97; Washington' D.C.)