Cumhurbaşkanı Sezer Ve Türkiye'nin 'Çimentosu'
[2 Ocak 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Başbakan Erdoğan'ın geçen haftalarda dinin Türkiye için birleştirici bir "çimento" olduğunu söylemesi üzerine başlayan tartışmaya, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de katıldı. "Anayasa'daki ulusçuluk anlayışı" dedi Sayın Cumhurbaşkanı, "ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır."
Dün yayınlanan bazı gazetelerde ise Cumhurbaşkanı'nın bu sözleri "Din çimento değil" diye özetleniyor ve "tartışmada son nokta" olarak tanımlanıyordu.
Oysa mesele bu kadar basit değil.
Basit sanılmasının ve o basit düzeyde tartışılmasının nedeni ise, Türkiye'nin hukuki gerçekleri ile sosyolojik realitesinin birbirine karıştırılması. Bu gerçek karıştırıldığı için "birlikte yaşama isteği" denip geçiliyor; o isteğin tarihsel süreç içinde nasıl yoğrulduğu göz ardı ediliyor.
Türkiye'nin hukuki gerçeğinin ne olduğu, Anayasa'da yazılı ve gayet açık: Türkiye laik bir devlettir, vatandaşlığını elbette herhangi bir dini kimliğe göre tanımlayamaz. Ama bir de Türkiye'nin sosyolojik gerçeği var: Vatandaşlarımızın yüzde 90'ından fazlası Müslüman. Böyle olması da hiç tesadüf değil; çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun Müslüman unsurlarından elde kalanların bir araya getirilmesiyle kuruldu. Mustafa Kemal Paşa 1 Mayıs 1920'de Meclis kürsüsünde " Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değidir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye'dir, samimi bir mecmuadır" derken, bunu ifade ediyordu. Lozan'da ve sonrasında da Atatürk, gayrı Müslim vatandaşlarımızı "azınlık" olarak kabul ederken Müslümanlığı Türk kimliğinin temel unsuru olarak korudu: Etnik yönden Türk olmayan Müslümanlar (Boşnak, Arnavut gibi) Türkiye'ye kabul edildi, Müslüman olmayan Türkler (örneğin Gagavuz Türkleri) alınmadı.
Elbette toplum zamanla değişiyor ve çoğulculaşıyor. Ama Türk toplumunun Müslüman kimliği hala son derece güçlü. Ezici çoğunluğu kendini Müslüman olarak tanımlıyor. Yapılan uluslararası kamuoyu araştırmalarında, Türkler dünyanın en dindar milletlerinden biri çıkıyor.
İşte bu dindarlık, Başbakan'ın dediği gibi gerçekten de bir "çimento". Müslümanlık bağı sayesinde bugüne dek Kürt sorunu belirli bir eşiği aşmadı, terör örgütü PKK ile devlet arasındaki çatışma, "Türk-Kürt savaşına" dönüşmedi. Öylesine bir savaşı isteyenler de, Kürt ve Türk tarafında İslam ile bağlarını en çok koparmış olan koyu ırkçı/milliyetçiler...
"Cumhur", Başkanını Bekliyor
Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal, İslam'ın Kürt sorununun çözümündeki bu önemli rolünün farkındaydı. O yüzden Güneydoğu'daki konuşmalarında halka İslam kardeşliği mesajları verir, Kuran'daki "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp dağılmayın" ayetini okurdu. "Resmi Türkiye"nin pek alışık olmadığı, "devlet üslubu"ndan ziyade halkın inançlarına yakın olan bu söylemi sayesinde, "bölge"deki halkın büyük bölümünün sevgi ve güvenini kazanmıştı.
Merak ediyorum, acaba Sayın Sezer, içine "öz Türkçe" katarak topluma daha da yabancı hale getirdiği "devlet üslubuyla" Güneydoğu'da bir miting düzenleyip halka konuşsa ne olur? Çıksa Diyarbakır'da veya Hakkari'de kürsüye, ağzına bir kez bile "Kürt" kelimesini almasa, "Türk ulusunun gönencinden" söz edip dursa, ne tepki alır?
Bu sorulara cevap vermek zor, çünkü Sayın Cumhurbaşkanı hep Çankaya'dan konuşuyor, o fildişi tepeden inip "cumhur"un, yani halkın arasına pek karışmıyor.
Bu durumda "cumhur"a da gerçekten kendisinin ve kendisinden olan bir "başkan" için 2007'i beklemekten başka pek bir şans kalmıyor.
AYRICA...
Mustafa Akyol'un "Sezer ve 'Ilımlı İslam'" başlıklı yazısını da okuyabilirsiniz.