Türkçe Yazılar

Dindar Olmayan İslamcılık

[22 Eylül 2005 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı] islamicknife2.jpgİstanbul'da 2 Eylül günü cuma namazı çıkışı Fatih Camii'nde yapılan 'hilafet gösterisi'nden bu yana, dikkatler bu işi organize ettiği anlaşılan Hizb-ut Tahrir örgütüne yöneldi. Örgütün 'Türkiye sözcüsü' Yılmaz Çelik olaydan sonra kayıplara karışmış durumda. Ancak amaçlarının ne olduğunu Tempo dergisinin bir hafta önce kendisiyle yaptığı röportajda açık açık anlatmıştı. "Hilafet bayrağını yeniden göndere çekeceğiz" diyen Çelik, bunu nasıl başarmayı düşündüğüne dair de 'şok' açıklamalar yapmış, silahsız bir yoldan 'İslam devrimi'ne nasıl ulaşacaklarını tarif ederek "Önce orduya sızacağız" demişti. Zor bir hedef tabii... Dolayısıyla Çelik'in hedefini, uygulanabilirliğinden çok zihinsel altyapısı nedeniyle ilginç buldum. Ve bir de üç yıl kadar önce Birmingham kentinde yaşadığım bir olayı hatırladım. 'Allah Varlığının Delilleri' konulu bir konferansa konuşmacı olarak çağrılmış ve çoğunluğu Müslüman öğrencilerden oluşan kalabalık bir topluluğa 'Akıllı Tasarım' teorisini anlatmıştım. Soru-cevap kısmında öfkeli bir genç çıkıp şöyle dedi: "Niye böyle boş şeylerle, bilimsel ve felsefi lafazanlıklarla Müslümanların vaktini alıyorsunuz. Asıl olarak kapitalist dünya düzenini yıkmak ve küresel İslam devletini kurmakla uğraşmamız gerekiyor." O akşam öğrendim ki o genç Hizb-ut Tahrir üyesiymiş. Zaten bu uluslararası örgütün üyelerinin de temel uğraşlarından biri, Müslümanlara 'başka işlerle uğraşmayı bırakın, asıl mesele siyasi mücadeledir' propagandasında bulunmakmış. Kendi kendime sormuştum, 'Neden Allah'ın varlığını savunmayı değil de kapitalizme saldırmayı önemli görüyorlar' diye... Politizasyon sorunu O zamandan beridir Hizb-ut Tahrir ve benzeri 'radikal İslamcı' örgütlere ve onlar hakkındaki literatüre bakıyorum. Ve gördüklerim, Birmingham'daki konferansta doğan sezgimi doğruluyor: Bu örgütler, bir din olan İslam'dan ziyade bir siyasi ideoloji olan 'devrimcilikle' ilgililer. O devrimi İslam adına yapmak istiyorlar kuşkusuz, ama 'İslam' deyince anladıkları yüz milyonlarca dindar Müslüman'ın 1400 yıldır anladığından çok farklı. Fark şurada: Radikal İslamcılar, çıkış noktası olarak Batı dünyasına ve onun kapitalist ekonomi, demokrasi, çoğulculuk gibi değerlerine -ve tabii bir de sömürgecilik, işgal, ırkçılık, çifte standart gibi suçlarına- duydukları tepkiyi alıyorlar. Onun için 'İslam mesaj' diye, Allah'ın varlığı veya Kuran'ın doğruluğu gibi temel İslami inanç esaslarını değil; 'dünyayı sömüren emperyalizm' veya 'insanlığın kanını emen Siyonizm' gibi tümüyle siyasi ve dahası İslami kaynaklarda yeri bulunmayan söylemleri öne sürüyorlar. İşte bu yüzden bireysel anlamda pek dindar olmayan, ama İslamcı sloganlar uğruna seve seve çarpışan militanlar türeyebiliyor. Bunun bir örneği geçtiğimiz haftalarda Türkiye'de yakalanan El-Kaide kurmayı Luai Sakra'ydı. Adam 'namaz kılmayı sevmem, şarap ve viski içerim' diyor, ama 'İslam uğruna' savaşıyordu. Avrupa'da böyle çok genç var. O nedenle Fransız sosyal bilimci Oliver Roy, 'Bugün Avrupa'da İslam'ı kabul etmek asi ruhlu birisi için bir dava edinmek anlamına geliyor' diyor ve ekliyor: 'bunun teolojiyle fazla ilgisi yok.' Bu teşhisi doğrulayacak bir söz, Hizb-ut Tahrir Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik'in Tempo'ya yaptığı açıklamada da var. "Batı ile mücadele eden insanlar Müslüman'dır" demiş. Oysa Kuran'a göre Allah'a inanan ve teslim olan insanlar Müslüman'dır. Müslüman, Batı'ya veya bir başka medeniyete, Kuran'da bildirilen ilkelerin ışığında bakar. Yanlışlarına karşı çıkar, doğrularını teslim eder. Ne doğru ne de yanlış olan, nötr ('mubah') unsurlarından da dilediği gibi yararlanabilir. Radikal İslamcıların böyle davranmayıp da, Batı'ya tümden düşman olmaları ve dahası bu düşmanlığı dünya görüşlerinin ve faaliyetlerinin merkezi haline getirmeleri, ileri boyutta ve son derece çarpık bir 'politizasyon'a işaret ediyor. Radikal İslamcıların hepsi Luai Sakra gibi 'bohem' değil, ama hepsi aynı politizasyonun etkisi altında. Sivillere şiddet, İslam'da yasak Söz konusu politizasyonun iki önemli sonucu var. Birincisi, 'eylem'e dönüşürken, Makyavelist davranması, yani 'Amaç araçları meşru kılar' diye düşünmesi. İslam geleneğinde açıkça yasaklanmış olan 'sivil insanlara karşı şiddet', yani terör, bu nedenle göz kırpmadan kullanılabiliyor. Gazeteci Ruşen Çakır'ın geçenlerde Pakistan'daki Lal Medresesi'nin ikinci adamı olan Abdül Raşid Gazi'yle yaptığı röportajda bu yönde ilginç bir anekdot vardı. "Usame Bin Ladin gerçek bir mücahittir" diyen Gazi, "Masumların öldürülmesini kabul edemeyiz" dedikten sonra bir 'ama' ekliyor ve şöyle devam ediyordu: "Siz hiçbir kanun, hukuk tanımadan bana, toprağıma saldırırsanız ben de şeriat filan düşünmem, onurumu korurum." Yani sivillere yönelik saldırılar -bazılarının sandığının aksine- 'şeriat' gözetildiği için değil, gözetilmediği için gerçekleşiyor... Gözetilmemesinin nedeni de politik argümanlar. Filistin'de de aynı durum var. Kadın-çocuk ayırmaksızın İsrailli sivilleri bombalayan Filistinli militanlar -ki aslında bu yaptıklarıyla 'terörist' sıfatını hak etmiş oluyorlar- yaptıklarını 'Ne yapalım, İsrail'e karşı başka silahımız yok, hem sonra İsraillilerden çok çektik, öfkeliyiz' diye savunuyor. Oysa Kuran'da tam da böylesi bir öfkeye dikkat çekiliyor ve Müslümanlar uyarılıyor: 'Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.' (Maide Suresi, 8) Radikal İslamcılığın temeli olan politizasyonun ikinci ve asıl büyük sonucu ise İslam'ı bir ideoloji haline getirmesi. Söz konusu İslamcılar, 'dünya düzenine' tümüyle karşılar veyıkacaklar ya... Yerine alternatif getirmeleri gerekiyor. Bu nedenle de İslami kavramları yorumlayarak 'düzen inşa etmeye' başlıyorlar. Önce teorik düzeyde, imkân bulunursa fiili olarak... Böylece İslam, onların gözünde, ekonomi, siyaset, toplum gibi farklı alanların hepsini ince ince tarif eden bir ideoloji haline geliyor. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in 'Türkiye sözcüsü' olan Yılmaz Çelik de Tempo'ya açıkça 'İslam evrensel bir ideolojidir' demiş. Ancak radikal İslamcılar bunu yaparken aslında İslam (ve dolayısıyla Allah) adına kendi fikirlerini empoze etmiş oluyorlar. Çünkü Kuran'da ekonomi, siyaset ve toplum alanlarını tarif eden detaylı sistemler yok. Sadece bazı temel ilkeler var. Örneğin siyasi alanda yöneticilerin adil olması, yönetilenlerin de onlara uyması emrediliyor. Yöneticinin nasıl başa geleceği, 'devlet'in olup olmayacağı, olursa nasıl işleyeceği anlatılmıyor. Her çağın ve toplumun yapısına göre değişebilecek olan bu gibi 'insani' meseleler, son derece hikmetli bir biçimde, ilahi mesajın içinde yer almıyor. Dolayısıyla 'İslami yönetim biçimi' inşa etmeye kalkanlar, aslında kaynağı ilahi değil de insani olan sistemler kurguluyorlar. Tüm hayatı baştan kurmaya kalktıkları için de, inşa ettikleri sistemler totaliter ve despot oluyor. Sorun 'siyasal İslam' mı? 'Politizasyon' hakkındaki tüm bu eleştiriler üzerine bazı okurlar 'Evet, evet, din zaten siyasete hiç karışmamalı, vicdanlarda yaşamalı' diyebilirler. Ama hayır, Türkiye'de çok yaygın olan bu klişe de yanlış... Yanlış, çünkü bir dinin hayatın hangi yönlerini düzenleyeceği konusunda o dinin kendi kaynakları ve inananları dışında kimsenin karar verme yetkisi yok. İslam ise hayatın pek çok yönüne dair -kalıplaşmış sistemler değilse de- bazı temel ilkeler bildiren bir din. İslam hukuku profesörü Hayrettin Karaman, 19 ve 21 Ağustos tarihli Yeni Şafak'ta çıkan 'Siyasi İslam' başlıklı yazılarında haklı olarak şöyle diyor: "Siyasi İslam terkibi yanlıştır... İslam'ın siyasetle ilgili emir ve yasakları da vardır... Müslüman olarak Allah'a teslim olan kişi pazarlık yapmadan, dinin kurallarını bölmeden -elinden geldiğince- hayatının bütününde ona teslim olur." Ancak bir püf nokta var: Hayatın bütününde Allah'ın iradesine teslim olan Müslüman'ın, dinin 'ilahi' olanla 'beşeri' ve 'tarihsel' olan kısımlarını iyi ayırt etmesi gerekiyor. Siyasete Müslümanca bakış Bu yapıldığında, 'modern durum'u göz önüne alan içtihatlarla yeni bir Müslüman pespektif geliştirilebilir. Laik devletle (dine baskı uygulamadığı sürece) uzlaşan, inanmayanların veya inanıp da uygulamayanların yaşam tarzına tolerans gösteren, çoğulcu ve demokratik bir 'siyasi bakış' üretebilir. Türkiye'de böyle bir entelektüel İslami birikim var zaten. Kısacası mesele Müslümanların siyasete de Müslümanca bakıp bakmamaları gerektiği değil. Tabii ki öyle bakacaklar... Mesele, bu bakışın 'bir topluluğa olan kinden' (radikalizmden) arındırılması ve modern durumu göz önüne alan yeni yorumlara açık olması.
All for Joomla All for Webmasters