Gazeteci Hulki Cevizoğlu'nun yönetip sunduğu tartışma programı Cevizkabuğu'nun 2 Temmuz 2005 tarihli programına konuk olarak Mustafa Akyol katıldı. 3.5 saatlik programda Darwin'in evrim teorisinin bilimsel açmazlarını anlatan Akyol, canlı yayına telefonla bağlanan ve teoriyi savunan biyologların gösterdikleri kanıtların geçersizliğini anlattı. Program hakkında DerinSular sitesinde şu yorum yer aldı:
Akademik Seviye Televizyon izlemek pek adetim olmasa da dün gece Flash TV'de yayınlanan, Hulki Cevizoğlu'nun hazırlayıp sunduğu Ceviz Kabuğu programını seyrettim. Programın konusu, son yıllarda özellikle ABD'de sıklıkla gündeme gelen ve içinde yaşadığımız kainatın akıllıca tasarlanmış bir bütün olduğunu ileri süren Bilinçli Tasarım (Intelligent Design) adlı görüştü. Flash TV, program yayına girmeden önce, konuk edilen yazar Mustafa Akyol'u, Kansas eyaleti Milli Eğitim Bakanlığı'nın (eğitim politikalarını belirlemeden önce görüş almak için) oluşturduğu mahkemede 'görüşlerine başvurulan tek Türk' olarak anons ediyordu. Sadece bilirkişilerin dinlendiği söz konusu mahkemede değerlendirilen konu, Bilinçli Tasarım görüşünün Darwinizm ile birlikte ders kitaplarında yer alması talebiydi. Darwinizmin ve Bilinçli Tasarımın temel paradigmalarını biliyor olsam de konuyu derinlemesine tahlil etmenin ne haddim ne de görevim olduğunu düşünüyorum. Üzerinde durmak istediğim konu, akademik tavırdan, üslüptan ve (maalesef) alt yapıdan yoksun profesörlerimiz. Çünkü akademik dünyamızın önemli bir bölümü bu kişilerin işgali altında. Mustafa Akyol'a karşı görüşlerini bildirmek üzere programa bağlanan kimi fen fakültesi profesörlerimizin akademik seviyeden yoksun tavırları da, ülkemizdeki akademik ünvanların 'akademik olmayan' kriterlerle verildiğine yönelik iddiaları doğrular mahiyetteydi. Yayından sonra, programa katılan profesörlerin kendileri hakkında bıraktıkları intiba pek de hoş değildi. Profesörlerimizin dört rahatsız edici özelliği artık fazlasıyla dikkat çekiyor: 1- Profesörlerimiz alanlarındaki uluslararası yayınları okumuyorlar ve branşlarında yaşanan gelişmelerden habersizler. 2- Kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan insanlarla konuşurken gerekli saygılı tavrı korumaktan acizler. 3- Konuşmakta oldukları insanlarla fikir alışverişinde bulunmaya pek yatkın değiller. Daha çok 'ben bilirim' havasındalar. (Ya da öyle görünmeye çalışıyorlar.) 4- Konuşurken inanılmaz mantık hataları (logical fallacy) yapıyorlar ve bu da karşılarındaki insanı ve konuşulan konuyu doğru şekilde anlamalarını (ve dolayısıyla fikir alışverişini) imkansız kılıyor. Yukarıda saydıklarım aslında akademik çalışmanın tanımıyla, varlık sebebiyle ve işleyiş mantığıyla taban tabana zıt şeyler. Ama bu yaşanan gerçeği değiştirmiyor. Örneğin, bir profesör yayına bağlanıyor ve Mustafa Akyol'a farklı embriyolojik aşamalarda fetüsün görünüşünün farklılaşmasını ele alan bir çalışmayı ispat olarak sunuyor. Sayın Akyol, hattaki profesöre, sözünü ettiği çalışmadaki sahtekarlıkların uzun süre önce ortaya çıktığını, dünyanın her yerindeki bilim adamlarınca bu konunun artık sadece 'sahtekarlık' çerçevesinde ele alındığını ve (örneğin) Science dergisinde konu hakkında yayınlanan bir makalede de bu habere yer verildiğini belirtiyor ve bilgisayarından ilgili metni kendisine okuyor. Hattaki profesör bu sözlere karşı kendini şöyle savunuyor: 'Ama bu bizim bütün tıp kitaplarımızda yer alıyor'. İlginç bir şecaat arzı... Bir başka profesör yayına bağlanıp Sayın Akyol'a Darwin'in teorilerini plansızlıkla itham edemeyeceğini söylüyor. Sayın Akyol cevaben, varlıktaki tesadüfü 'Türlerin Kökeni' (The Origin of Species) adlı kitabında Darwin'in bizzat kendisinin ifade ettiğini ve teorisini buna dayandırdığını belirtiyor. Profesörün verdiği cevap ise şu: 'Yıllarca dünyayı gezmiş bir insan plansız olamaz. Bu gezilerin planlı geziler olduğu muhakkaktır.' Sayın Akyol cevaben Darwin'in ya da gezilerin planını değil, teoride öngörülen tesadüfe karşılık evrendeki planı tartıştığını ve bu ikisinin farklı şeyler olduğunu belirtiyor. Ancak aldığı cevap daha da ilginç kılıyor yayını: 'Hayır. O ikisi aynı şeydir.' (Söz konusu profesörün kimi zaman takındığı argo tavırlara ise hiç değinmiyorum.) Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama yukarıda yer alanlar, dünyanın ilk 500, Avrupa'nın ise ilk 200 üniversitesi arasına neden bir tek üniversitemizin bile girememiş olduğu konusunda fikir edinmek için fazlasıyla yeterli.