"Bu kargaşada Filistin'e veya Irak'a yapılan hiç bir gönderme yok. Her ne kadar bu (fakir) mahalleler cihadistler için bir adam devşirme alanı olagelmişse de, köktendincilerin bu şiddette rolü olmadığı açıkça görülüyor. Müslüman aşırılar ayaklanan gençlerin ajandasını (ki bunun içinde uyuşturucu satıp gece kulübü partileri yapmak da var) paylaşmıyorlar; gençler ise herhangi bir liderliği kabul etmiyor."Türban ve Fransız Laikliği Bu durumda denebilir ki, "o zaman Başbakan'ın Erdoğan'ın, ayaklanmalar ile türban yasağı arasında kurduğu ilişkinin de hiç bir dayanağı yok". Hayır, dolaylı da olsa aslında var. Çünkü mesele çok yönlü. Ayaklanmacılar "İslamcı" değiller ve İslam'la ilgisi olmayan bir suç evreninde yaşıyorlar, ama kendilerini Müslüman hissetmeye devam ediyorlar ve bu kimliğe yönelik baskıcı Fransız tutumundan "alınmamış" olmaları mümkün değil. Murat Belge, Radikal'deki yazısında bunu iyi çözümlemiş:
"Başbakan, böyle bir ayaklanmada, Fransa'da başörtüsüne getirilen yasak gibi uygulamaların da payı olduğunu söylemiş bulundu... Bu değerlendirme doğru bir değerlendirme. Fransa'da ayaklananların ezici çoğunluğu Magreb ülkelerinden gelen Müslüman göçmenler. Hissettikleri mağduriyetle (ve bunu hissettiren Fransa mercilerinin bu yaklaşımında) Müslüman olmalarının payı son derece geniş. Yıllardır devam eden nefret birikiminde elbette Fransız tipi laiklik anlayışının da yeri var, bu anlayışın İslam'a bakışının da.""Fransız tipi" laiklik anlayışı, zaten 1789'dan bu yana sürekli sorun üretiyor. Ülke, Cumhuriyet'in din adamlarına karşı giriştiği despot ve acımasız tasfiyelerle defalarca kana bulandı. Kendilerini "öz yurtlarında parya" olarak hisseden Katoliklerin tepkisi, karşı tarafın "bastırma" dürtüsü derken, daimi bir toplumsal gerilim ve defalarca devrim yaşandı. Ancak despot laiklik anlayışı "Fransız zihniyeti"ndeki sorunlardan sadece biri. Bununla da ilişkili olan devrimcilik ve devletçilik fikirleri de büyük birer sorun. Tüm bunlarla kuşatılan sosyalist/devrimci "Fransız zihniyeti", C'si büyük yazılarak kutsallığı vurgulanan Cumhuriyet'i, kimi zaman yıkılması gereken bir düşman, çoğu zaman da her sorunu çözmekle yükümlü ve buna muktedir bir "devlet baba" gibi görüyor. 68 Kuşağından Bugüne İşin ilginç yanı, Fransız sokaklarını ateşe veren Mağribi göçmen gençlerin de aslında çok tepkili oldukları bu "Fransız zihniyeti"nden hayli etkilenmiş olmaları. Uzun yıllar Fransa'da yaşamış Amerikalı bir arkadaşıma "ne düşünüyorsun" diye sorduğumda, tam da buna işaret ederek şöyle dedi:
"Göstericiler Fransa'daki her türlü korporatist ve feodal grubun, meslek kuruluşunun yaptığını yapıyor aslında: Bir sorunları olduğunda, bunu başka herkes için de sorun haline getirip yaygaraya dönüştürüyor, sonra da bunu unutuyorlar. Bir kaç hafta sonra protestolarını unutup tekrar eskisi gibi 'takılmaya', uyuştucu satmaya başlayacaklar. Bence ayaklanmacılar tarafından gelen en ilginç yorum, France 2 televizyonuna konuşan bir gençti. Üstüne basarak şöyle dedi: BİZ FRANSIZ YURTTAŞLARIYIZ."Zaten yaptıkları şey, Fransa'ya hiç yabancı değil. "68 kuşağı" olarak bilinen ve bundan 40 yıl önce yine Paris'i savaş alanına çeviren sosyalist gençlerin yolundan gidiyorlar. O gençler de, 1789'daki devrimcilerin yolundan gitmişlerdi. İşte tüm bu nedenlerle Edmund Burke'ün Fransa hakkındaki eleştirileri 200 yıl sonra bile geçerliliğini koruyor. Ve sorunun çözümü, Fransızların 200 yıldır histerik bir biçimde tapındıkları, hararetle savundukları veya öfkeyle karşı çıkıp aleyhinde devrimler kurgulayıp gerçekleştirdikleri "Cumhuriyet"in, bir fetiş olmaktan çıkarılmasında yatıyor.