[4 Temmuz 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Bu cumartesi çok lüzumsuz bir gerilim yaşandı Sivas’ta. 18 yıl öncesinin korkunç olaylarını anmak isteyen sivil gruplar, Madımak mekanına yürüyüp orada basın açıklaması yapmak istediler. Ama polis, otelin olduğu sokağa barikat kurmuştu. Barikatı aşmak isteyenler, polis mukavemetiyle karşılaştı; bildiğiniz “biber gazı” manzaraları yaşandı.
Aslında böyle olacağı belliydi. Sivas Valisi, olaydan birkaç gün önce kameraların önüne çıkıp şöyle demişti,:
“Madımak olaylarının yıldönümünde anma etkinliği yapacak grubun toplu halde otel önüne gelmelerine ve burada basın açıklaması yapılmasına izin verilmeyecek.”
Peki niye böyle tensip buyurmuştu Vali Bey? Belli değildi...
Ne zararı vardı “otel önünde açıklama” yapmanın? O da belli değildi...
Provokatörler ve özgürlükler
Eminim kurcalasak bir takım “gerekçeler” çıkacaktır ortaya. Otel önünde toplanacaklar arasında “provokatörler” olmasından endişe edildiği söylenebilir, mesela, muhtemelen.
Oysa, özgür bir toplumda insanların ifade özgürlüğü böyle müphem gerekçelerle kısıtlanamaz. “Provokatör” dediğiniz adam bir suç işliyorsa, gider yakalarsınız. Yaptığı sadece bağırıp-çağırmaksa, karışmazsınız; en doğal hakkıdır.
Hem sonra “provokasyon”un en büyüğü, çoğu kez, tam da Sivas’ta yapıldığı gibi göstericilerin önünü kesmektir. Eğer böyle bir engel olmasa, muhtemelen hiç bir arbede yaşanmayacak, açıklamalarını yapıp dağılacaktı göstericiler.
Aynı “sorunsal”ı Taksim meydanında da yaşamadık mı onyıllar boyunca? “Aralarında provokatörler var” diye Taksim’e sokulmayan göstericiler, asıl bu “yassak kardeşim” tavrı karşısında provoke oldular. Sonra, AK Parti zamanında, bu saçma “Taksim yasağı” kalktı ve “Taksim sorunu” da bitiverdi.
Böyle nice yasağın tarihe karıştığı “Yeni Türkiye”ye, Sivas valiliğinin sergilediği bu “eski zihniyet” yakışmamıştır. Hükümet konuya el atmalı, Madımak anma törenlerinin gelecek yıllarda serbestçe yapılmasını sağlamalıdır.
Aleviler ve Sünniler
Madımak meselesinin bir başka boyutu ise, bu olayın Türkiye’deki Alevi-Sünni ikilemi açısından taşıdığı anlam.
Önce kendi bakış açımı belirteyim: 18 yıl önce o meş’um otelde yanarak can veren insanların çoğuyla çok farklı dünya görüşlerine sahiptim. Ama bu, maruz kaldıkları korkunç saldırıyı lanetlememe de, acılarını paylaşanları anlamama da engel değil.
Bu noktada, sadece, bu olayı ananlar arasında önde gelen Alevi gruplara bir hatırlatma yapmak isterim: Bu olayı bir “Sünni karşıtı propagandamalzemesi”ne dönüştürmek isteyenlere fırsat vermemeliler. Sivas’ı “ilerici aydınlar”a karşı bir “gerici saldırı” gibi resmetme, yani Türkiye’nin laikçi şablonlarına oturtma yanlışına da düşmemeliler.
Öte yandan, Sünni kesimin de Sivas konusunda daha açık sözlü ve daha öz eleştirel olması gerek.
Bu kesimdeki dar bir grubun, “ama o adamlar da hak etti, çünkü İslam’a dil uzattılar” diye düşündüklerini biliyorum. Oysa, “İslam’a dil uzatma”yı bir cinayet sebebi saymak, bu devirde İslam’a yapılacak en büyük kötülüklerden biri olsa gerek.
Sünni kesimdeki daha yaygın pozisyon ise, olayın arkasında “derin güçler” bulmak ve buradan hareketle “bizim bu işle hiç alakamız yok” imasında bulunmak. Yani, bir tür, “bize Müslümanlar adam öldürdü dedirtemezsiniz” tutumu.
Oysa, olayda ne kadar “provokatör” bulursak bulalım, kolayca “provoke olup” suç işleyen kitlelerin sorumluluğu ortadan kalkmıyor.
Yani, Hilal Kaplan’ın Yeni Şafak’taki köşesinde dediği gibi, “Sivas katliamını bir tür ‘Sünni düşmanlığı’na payanda yapmak ne kadar yanlışsa, bu katliamı ‘organize işler bunlar’ deyip geçiştirmek de o kadar eksik” kalıyor...