İslam’la Alay Edenlere Ne Yapalım?
[23 Şubat 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen hafta NTV ekranlarında enteresan bir tartışma yaşandı. Konu, mizah dergisi Penguen’de yayınlanan ve pek çok dindara “dinle alay” gibi gözüken bir karikatürdü. Programın konuklarından biri olan mütedeyyin yönetmen Mesut Uçakan, karikatürü kınıyordu. Diğer iki konuk, yani matematikçi Ali Nesin ve karikatürist Ercan Akyol ise asıl Uçakan’ı kınadı. “ Avrupa’nın böyle takıntıları çoktan aştığını” ve Müslümanların da artık dinle ilgili esprilere “alışmaları gerektiğini” söylediler.
İşin ilginç tarafı, “demokratik kültür”ü savunduklarını düşünen bu iki yorumcunun aslında oldukça gayrı-demokratik davranıyor olmasıydı. Çünkü, “alışın efendim böyle şeylere” demekle, kendi değer yargılarını başkasına dayatmış oluyorlardı.
Oysa dindarlar pekâlâ “kutsal”lara sahip olabilir ve bunları ısrarla savunabilirler. “Kutsal”la birlikte düşünülemeyecek unsurların başında da “mizah” gelir. Çünkü, Alman düşünür Nietzsche’nin isabetli tarifiyle, “kutsal” tam da “bir kültürde kendisine gülünemeyecek olan şey”dir.
Bir ülkede demokratik kültürün inşa edilmesi ise kutsalların terk edilmesi ya da kutsalı olmayanların zihniyetinin “norm” kabul edilmesiyle olmaz. (İkincisi bir tür “zihniyet diktası”dır zaten.)
Demokratik kültür, aksine, farklı kutsallara sahip veya kutsalı olmayan insanların “karşılıklı saygı” temelinde uzlaşmasıyla gelişir.
Mesela Hindularla birlikte mi yaşıyorsunuz. Eğer “insan” iseniz “yahu şu bizim ineği kesip de yesek” deyip adamlarının kutsal bildiği bu hayvanı onların gözünün içine baka baka boğazlamazsınız. Öte yandan Hıristiyanların haçına saygısızlık etmez, Yahudilerin soykırım yarasını hafife alıp deşmezsiniz.
Gelgelelim hiçbir toplum böylesi bir “saygı küpü” değildir. Hemen her yerde başkalarının kutsallarını inciten “kendini bilmezler” çıkar. Milletin ağzı torba değil ki büzesinizdir. Dahası, son yüz yıldır Batı Avrupa’da (bakın Amerika’da demiyorum) öyle bir kültür gelişmiştir ki, dinle alay etmeyi adeta bir erdem saymaktadır.
Bu ise çağımız Müslümanlarının karşısına önemli bir soru çıkarır: Kutsallarına dil uzatan, dinleriyle alay eden insanlara karşı ne yapacaklar?
Yakın geçmişte bu soruya epey “radikal” cevaplar verildi. Ayetullah Humeyni, “Şeytan Ayetleri” kitabını yazan Salman Rüşdi’ye “ölüm fetvası” çıkardı. Hollandalı bir Müslüman göçmen, “İslam’la alay eden film yaptı” diye Theo Van Gogh adlı yönetmeni bıçakla öldürdü.
Bunlar kuşkusuz feci reaksiyonlardı ve İslam’a da fayda değil zarar getirdi; “İslamofobi” dediğimiz sorunu derinleştirdi.
Bu yüzden “dinle alay edilmesi karşısında doğru Müslüman tepki nedir” diye bir zamandır düşünüp-taşınıyorum. Ve, alimlerimiz ve ilahiyatçılarımız daha iyi bilir ama, Kur’an-ı Kerim’in şu hükmünde iyi bir kriter buluyorum:
“Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisa Suresi, 140)
Benim buradan anladığım, Müslümanların dinlerini alaya alan söylemleri “boykot” etmeleri gerektiği. Bu, bir “sohbet ortamı”ndan kalkıp gitmekle olabileceği gibi, çağımızın mecralarını düşünürsek, bir filmi izlemeyi veya bir dergiyi satın almayı reddetmekle de hayata geçirilebilir.
Hiçbir şiddete başvurmayan, dahası devlet yasakçılığından medet ummayan bu “sivil reddiye” yönteminin liberal-demokratik düzende meşru olacağı ise açıktır.
Çünkü özgürlük, kutsalı tanımayanlar kadar, onu savunanlar için de vardır.