Şimdi bakın, milliyetçilik sırf milliyetçilik olsa, yani “soy”un, etnik kökenin saflığı ve devamlılığını çok vurgulayan bir ırkçı takıntısı olmasa, bütün bu bileşim ve dönüşümleri tolere edebilir, bir yere kadar.
Kendi dil ve kültürünün üstünlüğünü öne çıkarabilir; asimile edebilmişlikte bir “büyüklük” kanıtı bulabilir. Örneğin çağdaş Fransız, İngiliz ya da Amerikan milliyetçiliklerinin böyle bir tutumu var. Bizde ise Türk milliyetçiliğinin “emperyal” veya “Osmanlıcı” damarının, yani “büyük anlatı”sını 15.-16. yüzyılların Fatih-Süleyman “altın çağ”ı etrafında ören varyantının, buna daha açık ve yatkın olduğunu söyleyebiliriz. Ne ki aynı şeyi, ırkçılığın ya da ırkçılık damarı güçlü bir milliyetçiliğin kabul ve hazım edebilmesi oldukça zordur. “Soy” veya etnik köken belirsizliğiyle yaşayamayan, özel olarak ırkçılıktır, yoksa genel olarak milliyetçilik değil... Peki ya Kemalizm ? Burada bir çelişki ve bir ikirciklilik söz konusu. Belirli bir kültürel asimilasyonculuk ile ırkçılık hep yan yana. Kâh biri, kâh diğeri. Seçmece bunlar. Beğen beğen al. Bugünkü şizofreni, bunun sonucu.