Amerika, İslam ve Biz
[20 Haziran 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
İstanbul'dan kalkıp da Amerika'ya uçan Türklerin çoğunun istikameti, New York, Washington, yahut ülkenin öteki ucundaki California'dır. Ancak çok azı ülkenin “midwest” denen orta kesimlerine gider ve oradaki “muhafazakâr” kültürü bilir.
Ben ise bu satırları tam da o “muhafazakâr Amerika”nın göbeğinden, Michigan eyaletinin Grand Rapids şehrinden yazıyorum. Sebeb-i ziyaretim de buraki Acton Enstitüsü'nde yaptığım “İslam ve Özgürlük” temalı konuşma.
Söz konusu enstitünün ismi, “güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” sözüyle ünlü İngiliz düşünür Lord Acton'dan geliyor. Acton, hem klasik bir liberal hem de dindar bir Hıristiyan olması açısından enteresan bir figür. Zaten Katolik bir rahip tarafından kurulan Acton Enstitüsü de “özgürlük” kavramını dini bir perspektif içinde yorumlayıp savunan bir düşünce kuruluşu.
Örneğin Acton'cılar serbest piyasa ekonomisini savunurken kültürel materyalizmi ve hazcılığı eleştiriyor, “ahlaki bir kapitalizm”den söz ediyorlar. Yayınladıkları “Markets and Morality” (Piyasalar ve Ahlak) adlı dergi, buna dair makalelerle dolu.
Buralara gelip sıradan insanlarla konuşunca fark ettiğiniz şeylerden biri de, Amerikalıların çoğunun İslam'dan epey bîhaber olduğu. “Sizin dininiz tam nasıl, Muhammed sizin tanrınız mı olmuş oluyor?” diye soran bile çıkabiliyor.
Dünyadan bu kadar kopuk olan bu insanların avami tabirle “dolduruluşa getirilmesi” de çok zor değil.
Nitekim 11 Eylül 2001'den beri etkili bir propaganda sürüyor Amerika'da ve özellikle buradaki muhafazakâr kanat üzerinde.
Olayın özü şu: İkiz kuleler yıkılalı beri, milyonlarca Amerikalı, “bu Müslümanlar niye bizi sevmiyor, ne yaptık ki onlara” diye sorup duruyor. Bu sorunun cevabını “neden olacak, İsrail'in kuyruğuna takılmış durumdayız da ondan!” diye verenler var.
Bu fikrin yayılması durumunda zorda kalacaklarını gören İsrail lobisi ise “hayır, hayır, sorun İsrail'de değil,” diyor. “Sorun, radikal, militan, fanatik bir ideoloji olan İslamcılıkta.” İşi daha ileri götürüp doğrudan İslam'ı kötüleyenler de var.
Irak işgalini planlayan, son dönemde de AK Parti'ye karşı toplu taarruza geçen “neo-conlar”, işin başını çekiyor. Çoğu Yahudi olan bu “seçkin” kadro, “Hıristiyan Siyonistler” denen ve uçuk ilahiyatları nedeniyle “İsrailoğullarına” kayıtsız-şartsız destek veren bağnaz Protestanlardan da kitlevi destek görüyor.
Ancak dikkat edelim: Amerika, bu koyu İsrail partizanlarından ibaret değil. Amerikan sağı dahi bunlardan ibaret değil. Aksine, bu sağ cenahtaki dindar-muhafazakarlar arasında (ki bunlara “theo-con” da deniyor, “teoloji”ye referansla) insaflı insanlar da var. Hem Protestanlar hem de, bilhassa, Katolikler arasında.
Örneğin ünlü muhafazakar siyasetçi ve yorumcu Pat Buchanan, neo-conları “Amerikan sağını saptırmakla” suçluyor. Gazze ablukasını yerden yere vururken, Mavi Marmara'ya yapılan saldırıyı da lanetliyor.
Bu kıssadan çıkan hisse ise şu: Dünyanın hala en büyük gücü olan Amerika'yı tek ses, tek vücut sanmak yanlış. Aksine, ülke içinde önemli nüanslar var.
Bunları hesaba katarak da Amerika'yı etkilemek mümkün.
Nasıl mı mümkün?
Şimdilik sadece “yanlış etkileme”ye bir örnek vereyim. “İsrail'i yok etme” tehditleri savuran, “Muhammed'in ordusu, kafirlerin korkusu” diye sloganlar atan öfkeli Müslümanlar, neo-konların ekmeğine bilmeden yağ sürüyorlar. Çünkü adamlar bunları özenle toplayıp tepe tepe kullanıyor, Amerikan toplumuna İslamofobi pompalamak için.
Keskin sirke, gerçekten de küpüne zarar. Bu, “uzaktan” bakınca daha da net gözüküyor.