Tek Bir Doğru Yok mu?
[4 Ağustos 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Eserlerinden ve yazılarından çok şey öğrendiğim Hayrettin Karaman hoca, geçen pazar Yeni Şafak'taki köşesinde önemli bir konuya değindi. Bir başka yazarın “elbette tek bir doğru yok” sözünü eleştiren değerli İslam hukuku profesörümüz, bunun altında yatan “sosyo-kültürel çoğulculuk” fikrine karşı çıktı ve “tek bir doğru var” dedi.
Bu, önemli bir konu. Çünkü “tek bir doğru yok” fikri post-modern dünyada genel-geçer bir kabul haline gelmiş durumda. Bunun demokrasi ve özgürlüğün garantisi olduğu, çünkü “tek doğru”ya inananların kaçınılmaz olarak otoriter sistemler kuracakları varsayılıyor. Ve sanılıyor ki, “senin doğrun öyle, benimki böyle, herkesinki kendine” deyince, dert kalmayacak.
Oysa mesele o kadar basit değil. Öncelikle “tek doğru yoktur” fikrinde mantıksal bir çelişki var. Çünkü bu görüşte ısrarcı olanlar, “tek doğru yoktur görüşü tek doğrudur” demiş oluyor. Bir başka deyişle, “her hakikat iddiası izafidir” derken, bizzat bu izafiyeti hakikat mertebesine çıkarıyorlar. “Madem öyle, sizi de izafileştiriverelim o zaman” demek lazım, kendilerine.
Pratik hayatta ise “tek doğru yoktur” fikrinin insanlığı nereye götüreceği meçhul. Ortaya çıkan bazı örnekler rahatsız edici. Örneğin Hollanda'da gelişen “pedofili” (yani çocuklarla seks) hareketi, “herkesin zevki kendine, bu da bizimkisi” diyor ve siyasi parti kurmaya çalışıyor. Bugün bu var, yarın kim bilir ne çıkar?
Bu marjinal hareketler bir yana, “tek doğru yoktur” fikri, “ideal dünya” idealizmine de engel oluyor. Öyle ya, “var olan” her şeyi eşdeğer saydığınızda, “var olması gereken”i bırakmış oluyorsunuz.
Tüm bu açılardan ben de “sosyo-kültürel çoğulculuk” fikrine karşıyım.
‘Allah'a giden yollar'
Ancak bu fikrin boşuna çıkmadığını da teslim etmek gerek. Çünkü insanlık “tek bir doğru vardır” diyenlerin bazılarından çok çekti.
Geleneksel devirde bu “tek doğru” genellikle “din”le tanımlanıyor ve din adına iktidar kuran “teokrasi”ler yaratıyordu. Modern çağda ise dinin yerini “çağdaş” görünümlü “tek doğru”lar aldı. Aydınlanma, “akıl ve bilim”, yahut “vatan-millet-sakarya” gibi...
Bunun Türkiye'deki mükemmel örneği, tüm bu modern kutsalların hepsini benimseyen, bir de üstüne koyu bir “lider kültü” ekleyen Kemalizm'dir. Bu ideoloji için de “tek doğru” vardır ve buna iman etmeyenler ya cahildir ya da hain.
Bu dayatmaya tepki gösteren seküler demokratların post-moderniteye sarılması, anlaşılır bir durum. Ancak Müslüman zihinlerin aynı şeyi yapmaması gerekir. Karaman hocanın uyarısı bu açıdan yerinde. Fakat aynı Müslüman zihinlerin, demokrasi ve özgürlüğe izafiyetçi olmayan bir felsefi zemin de bulması gerekir ki, meselenin püf noktası burada.
Aslında İslamiyet'in zaten buna uygun bir din olduğu söylenebilir. Örneğin ilk baştan beridir “ehl-i kitap” diye bir kategori tanımlayarak, diğer tek-tanrılı dinlerde de hakikatten parçalar olduğunu teslim etmiştir.
İslam içi tartışmalarda ise, bir yanda “tek doğru”yu tekeline alan Hariciler gibi fanatikler çıkmışken, diğer yanda “mutlak doğruyu bir tek Allah bilir, ihtilaflarımızı O'na havale edip ahirete ertelemeliyiz” diyen Mürciye gibi mutediller vardır. Ya da “Allah'a giden yollar gökteki yıldızlardan daha çoktur” diyen Sufiler.
Galiba asıl mesele “tek doğru”nun üzerine ne eklediğiniz. Kibir ekleyince katı bir istibdat ortaya çıkıyor. Tevazu ekleyince de ilkeli bir çoğulculuk.