‘Kutsal Din Duyguları' Ne Zaman ‘İrtica' Olur?
[27 Ocak 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'deki Kemalist seçkinlerin ağzından zaman zaman duyduğumuz bir kavram var: “Kutsal din duyguları.” Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sık sık kullanırdı bu lafı. Bize “kutsal din duyguları”nın ne kadar saygıdeğer olduğunu belirtir, hemen arkasından da “irtica”nın zararlarını sayıştırırdı.
“Balyoz” kodlu darbe planı ile meşhur olan emekli Orgeneral Çetin Doğan da benzer bir dil kullanıyor, camilerden “halkımızın kutsal saydığı mekânlar” diye söz ediyor. (Kendisi de aynı mekanları kutsal sayıyor mu, buradan anlaşılmıyor, ama tabii dilediği gibi düşünmekte ve hissetmekte özgür.)
Öte yandan aynı Çetin Doğan paşanın “irtica” konusunda ne kadar “tetikte” olduğunu da yine “Balyoz” dokümanlarından öğreniyoruz. Buna göre, görev yaptığı dönemde, “eşi çağdışı kıyafet giyen” ve “mesai saatleri içinde namaz kılan” subayları tespit etmiş, bunları “sakıncalı” veya “şüpheli” diye fişlemiş.
Tüm bunlara bakınca bir vatandaş olarak benim biraz kafam karışıyor. Çünkü bir tarafta Kemalist devlet büyüklerimizin “kutsal din duyguları”na duyduğu saygı var, diğer tarafta ise bu duyguların “namaz” veya “tesettür” gibi bilinen İslami ibadetlerle hayata geçirilmesi karşısında duydukları rahatsızlık.
Kafam karışıyor ve merak ediyorum; namaz kılmak, mesela, yüce devletimizin laiklik standartları içinde nereye oturur? Günde beş defa namaz kılan bir TC vatandaşı, makbul bir adam mıdır? Orduya girip subay olabilir mi, örneğin? Ya da sadece cumaları veya “bayramdan bayrama” gitse camiye, daha mı iyi olur? Yahut bu işlerle hiç alakası olmaması, “alnının secdeye değmemesi” mi en iyisidir?
yüce devletimiz neyi tensip buyurur?
Hangi noktada, “olmadı evladım, bu kutsal din duygularını fazla abarttın sen de” deyip kulağımızı çeker?
Yine merak ediyorum, İslam'da 1400 yıldır var olan “tesettür” geleneği, yüce devletimize göre ne kadar makbuldür? Başörtüsü “çene altından” bağlansa, hakikaten kurtarır mı? Hangi düğüm tipi “irtica”ya, hangisi “kutsal din duyguları”na girer? Bir subayın eşi “babaannelerimiz gibi” örtse başını, Çetin Doğan paşanın “sakıncalılar” listesinden yırtar mı?
Evet, nedir yüce devletimizin biz vatandaşları için uygun gördüğü “dindarlık dozu” ve “muhafazakarlık sınırı”?
Aslında bu konuda generallerin ve diğer Kemalist bürokratların da kafalarında çok kesin sınırlar olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade, “çağdaş yaşam”a uygun düşmediği için kendisinden hoşlanmadıkları bir “mürteci” tipolojisi var kafalarında, ezbere tekrar edip duruyorlar.
Bu yüzden de, kendi inanç ve geleneklerine göre yaşayarak “eşit vatandaş” olmak isteyen muhafazakar dindarları, “din devleti kurmak isteyen iç düşmanlar” sanıyorlar.
Aynı trajikomik paranoyayı, kafaya taktıkları diğer büyük “tehdit” olan “bölücülük” konusunda da göstermişlerdi. Öyle ki bir insanın Kürt olduğunu söylemesini ve Kürtçe konuşmasını bile “rejime karşı suç” ilan etmişlerdi.
Mesela Şerafettin Elçi, sırf, “ben Kürdüm ve Türkiye'de Kürtler vardır” dediği için hapis cezası almıştı, 1982'de.
Ahmet Kaya, sırf “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dediği için linç edilmenin kıyısına gelmişti, on yıl önce.
Emin olun, bundan 15-20 yıl sonra da insanlar bugünün Türkiyesi'ne bakacak, “yahu ne kadar zıvanadan çıkmış bir ülkeymiş, insanların kıyafetine, inancına, tarikatına karışılıyormuş, bu yüzden generaller oturup darbe planları yapıyormuş, vah vah” diyecekler.
Olan, kaybettiğimiz zamanlara, tükettiğimiz ömürlere ve mağdur edilen milyonlara olacak...