Ey PKK, Sahi Hiç Pişman Değil Misin?
[28 Ekim 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Silah bırakarak Habur'dan Türkiye'ye giren PKK militanlarının ağzından çıkan en çarpıcı laf, “pişman değiliz” beyanıydı. Son günlerde bazı “solcu” kalem sahipleri de bu söze sahip çıktı, “tabii, haklı adamlar, niye pişman olsunlar ki” mealinde şeyler demeye başladı.
Allah, Allah... Ortada pişmanlık duymayı gerektiren bir şeyler yok mu gerçekten?
PKK üyelerine soralım:
- 1970'lerin sonundan bugüne dek, sadece askeri hedeflere değil, sivillere de saldırmadınız mı?
- İdeolojinizi reddeden, sizle işbirliğine yanaşmayan nice Kürd'ü “hain” ilan edip yok etmediniz mi? Bunların bazılarının köylerini basıp, çoluk-çocuk demeden katliamdan geçirmediniz mi?
- Güneydoğu'ya zorunlu göreve giden öğretmenleri vurmadınız mı? İstanbul'da, turistik kentlerde, hatta Diyarbakır ortasında bombalar patlatıp hiç bir suçu olmayan sivilleri paramparça etmediniz mi?
- Türk devletine karşı “gerilla savaşı” yürüttünüz. Tamam. Ama öldürdüğünüz altı bini aşkın asker ve polisin birer “güvenlik görevlisi”nden öte birer “insan” olduğunu, arkalarında sönmüş ocaklar, kararmış hayatlar bıraktıklarını görmüyor musunuz?
- Kürt sorunundan ne haberdar ne de mesûl olan, ama 17-18 yaşında cepheye sürülüp sizin kurşunlarınızla can veren erler için, “iyi oldu, hak ettiler” diyebiliyor musunuz? Geride bıraktıkları gözü yaşlı annelerin, eşlerin ve çocukların yüzüne bakıp, “anadilde eğitim reformu gecikti, biz de kalktık sizin oğlunuzu, kocanızı, babanızı öldürdük” diyebilir misiniz?
Bizim ülkede “devlet fetişizmi” olduğu için, bizimkiler size hep “devlete nasıl isyan edersiniz ulan!” diye köpürüyor. Oysa mesele bu değil. Bir devlet zalimse, ona karşı koyulur, anlarım. (Aslında en erdemli yöntem, Gandhi'nin yaptığı gibi “sivil” yani silahsız olanıdır, ama neyse, geçtik ondan.)
Mesele, yürüttüğünüz “silahlı isyan”ın bu ülkenin yüzbinlerce insanına yaşattığı acılardır.
Davanızda haklı olduğunuza inanmaya devam edebilirsiniz. İnanmasaydınız zaten bu kadar sene sarp dağlarda ölüm tehdidi altında çileli bir hayat sürmezdiniz. Ancak, haklı olduğunu düşündüğünüz bu davanın, Türkiye'nin çoğunluğu için ne kadar büyük bir kabus olduğunu görmeniz, bu acıları biraz anlamaya, biraz empati kurmaya çalışmanız lazım.
“Provoke etmeyin” derken kast edilen bu... “Adam gibi gelsinler” derken istenen bu...
Zaten eğer Kürt sorunu çözülecek ve ülkeye gerçekten barış gelecekse, bu, başka her şeyden önce taraflar arasında insani bir dil kurulmasıyla mümkün olacak.
“Türk tarafı”nın, onyıllar boyunca bir taraftan inkar ve asimilasyonla ezilen, öte yandan “kuyruklu Kürtler” diye aşağılanan insanların trajedisini anlaması; atılan dipçiklerin, yakılan köylerin, yapılan işkencelerin acısını paylaşması gerekiyor.
“Kürt tarafı”nın ise PKK'nın bu toplum üzerinde estirdiği terörün bedelini görmesi, açılan derin yaraları daha da fazla kanatmak yerine sarmaya çalışması şart.
Bilin ki eğer bu “empati”yi yaratamaz isek, “açılım”ı berhava etmekle kalmayacak, karşılıklı “nefret” üretmeye devam edeceğiz.
Ve bu işin sonu hiç iyi olmayacak.