İsrail'e Tavır, Yahudilik'e Saygı
[19 Ekim 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Şu aralar gündemde yine İsrail var. Ve bu o derece hassas bir konu ki, burada izlenecek doğru tutum Türkiye'yi hem dünya hem de tarih önünde yüceltir. Yanlış tutum ise, hem bu fırsatı heba eder, hem de İsrail militarizminin ekmeğine yağ sürer.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu şöyle özetlemek mümkün:
İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği (ve artık BM raporlarıyla da sabit olan) “savaş suçları”na ve 42 yıldır küstahça sürdürdüğü “işgal”e karşı olmak, “ahlaki siyaset” izleyen herkesin boynuna borçtur. Türkiye, bu “savaş suçlusu” yönetim ile “askeri işbirliği görüntüsü” içine girmek istememekte haklıdır. Dolayısıyla hükümetin İsrail uçaklarına Konya semalarında “tatbikat” yaptırmayışını çok yerinde buluyor, alkışlıyorum.
Ancak, İsrail devletinin gaddarlığına tepki duyarak, tüm bir İsrail milletini, dahası Yahudi halkını ve Yahudilik'i kötülemeye kalkmak, yani anti-Semitizm yapmak, gayrı-ahlakidir. Dahası, bu yanlış yola saptığınızda, İsrail yönetimine “bakın, bunlar Yahudi düşmanı oldukları için bize tavır alıyorlar” deme şansı verir, kendi kendinizi “ofsayt”a düşürürsünüz.
Ben, bu ikinci meselenin Türkiye'de yeterince anlaşılmadığını, hatta “elbette anti-Semit değiliz” diyenlerin bir kısmının bile bazen farkında olmadan buna çıkan laflar ettiğini düşünüyorum.
Onun için meseleyi biraz açalım. Dünyada anti-Semitizm konusunda bu kadar hassasiyet olması boşuna değil. Çünkü Ortaçağ boyunca Hıristiyan bağnazlığının, modern devirde ise “Aryan” ırkçılığının habis nefretine maruz kalan Yahudiler, çok zulüm gördüler. O zamanlar ne İsrail vardı, ne de başka bir Yahudi devleti. Yahudi nefreti, sadece Avrupa'nın saplantılarından kaynaklanıyordu.
Zaten bugün de aynı saplantılar, liberalizmle filan epey “yontulmuş” olsa da, Müslümanları hedef almış durumda. Bugün “Türkleri istemeyiz” diye tutturan Fransızlar ve Almanlar, yüz yıl önce de, benzeri sebeplerle, Yahudileri istemiyordu.
Bu anti-Semit Avrupa'nın şerrinden kurtulmak için kurulan, ancak kendisi de Avrupa milliyetçiliğinin ve sömürgeciliğinin mirasçısı olan İsrail Devleti ise, ne Yahudilik'in temsilcisidir ne de tüm Yahudilerin. Bu devletin militarizmi de, zamanla arkasına bazı dini argümanlar almış olsa da, dinin değil, siyasi şartların ürünüdür. Zaten nevi şahsına münhasır bir şey de değildir; Ortadoğu'daki devletlerin hemen hepsine hakim olan ideolojidir.
Mevzubahis İsrail vatanı ise...
Burada “militarizm” ile “sadizm” arasındaki farkın da altını çizmek lazım. TRT'deki tartışmalı dizi, görebildiğim kadarıyla, İsrail askerlerini “sadistler sürüsü” gibi gösteriyor ki, bu elbette yanlış bir şey. Zulümden zevk alan sadistler, psikolojik yönden hasta insanlardır ve her toplumdan az sayıda çıkarlar. Militaristler ise, zulümden zevk almaz, ama bunu pek umursamaz, hatta “şartlar gereği” lüzumlu görebilirler. İsrail'i yöneten “kafa”daki sorun da budur.
Yani İsrail liderleri, Gazze'ye bomba yağdırırken, “ohh, ne güzel, bugün bir kaç çocuk daha öldürdük” dememekte, fakat “eee, n'apalım, olur böyle şeyler, mevzubahis vatan ise gerisi teferruattır” demektedir.
G. K. Chesterton adlı bir İngiliz yazarın tam da buna bakan güzel bir lafı var. “İnsanlar, neyin kötü olduğu konusunda birbirlerinden pek ayrışmazlar” demiş ve eklemiş: “Ancak, hangi kötülükleri mazur görebildiklerine bakınca, aralarında uçurumlar belirir.”
Gelin, biz ne İsrail militarizmini mazur görelim, ne de Yahudi düşmanlığını. Ahlakın da, adaletin de, rasyonel siyasetin de gereği budur.