Din Ve Açık Toplum
[31 Mart 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
NEW YORK - “Dünyanın başkenti”nde, bir otel odasındayım. Haber kanalı Fox News'te enteresan bir söyleşi var: Birlikte dua eden çiftlerin neden daha mutlu ve istikrarlı evlilikler kurduklarını anlatan bir uzmanın görüşleri konuşuluyor, uzun uzun. Otelden çıkıp 6. caddede yürürken de, “ballı fıstık” satan küçük tezgahının yanında yere seccadesini sermiş namaz kılan takkeli bir Müslüman gözüme çarpıyor. Adam, binlerce kişinin yürüdüğü geniş bulvarın orta yerinde ağır ağır kıyam, rüku ve secde ediyor, kimsenin dönüp de baktığı yok.
Bizde olsa “dua eden çiftler”i ekranlarına taşıyan kanal “dinci” olarak damgalanır ve “akredite” kaybederdi. Birisi Bağdat caddesine seccade serse, iğneli bakışlara hedef olur, etraftakiler “buraya da geldiler” diye homurdanır, Cumhuriyet gazetesi ve onun “boyalı” versiyonları da bu “şok edici” olayı manşete taşırdı. Ama burası Amerika. Türk seçkinlerinin beynine enjekte edilmiş olan “din fobisi”ne burada pek rastlanmıyor.
Buraya bu seferki gelişimin nedeni de, tam da bu konuda düzenlenen bir sempozyum. ABD'nin en itibarlı ve etkili düşünce kuruluşu sayılabilecek olan Council on Foreign Relations'ın (CFR) düzenlediği “Din ve Açık Toplum” başlıklı sempozyumda konuşmak için New York'tayım. Aynı panelde söz aldığımız Peter Berger, din sosyoloji alanında dünyanın en ünlü isimlerinden biri. Berger'ın önemli tezlerinden biri, modernleşme ile sekülerleşme (dinden uzaklaşma) arasında var olduğu sanılan ilişkinin yanlışlığı. 80'ine merdiven dayamış olan bilge profesör, kendisinin de 70'li yıllara dek hızlı savunucuları arasında yer aldığı “sekülerleşme teorisi”nin yanlış olduğunu anlatıyor. “Modernleşme,” diyor paneldeki konuşmasında, “illa sekülerleştirmez; ama mutlaka çoğulculaştırır.”
CFR'daki sempozyumun konuşmacılarından bir diğeri, ABD'nin dış politika geleneği konusunda en hatırı sayılır uzmanlardan biri olan Walter Russell Mead. Mead, dinin toplumsal gücünü ortadan kaldırmaya çalışan rejimlerin (örneğin Devrim Fransası'nın veya komünist diktatörlüklerin) açık ve özgür toplumlar yaratamadığını hatırlatarak uyarıyor: “Açık toplum aynı anda hem dindar, hem de sekülerdir. Hem rasyonel, hem dogmatiktir.”
Diğer konuşmacılar, Amerika'daki açık toplumun inşasında dinin oynadığı rolün altını çiziyor. Kapitalizmin doğuşunda Protestanlığın sağladığı çalışkan ve girişimci ruhun oynadığı rol, Max Weber'in ünlü çalışmasından bu yana zaten biliniyor. Mead ve diğer bazı konuşmacılar, bu dindar ruhun ABD'de girişimciliği hala desteklediğini, Amerikalıların daha seküler olan Avrupalılara göre risk almaya ve bağımsız hareket etmeye çok daha eğilimli olmasının bir rastlantı olmadığını belirtiyor. Sempozyumun “Din, İnnovasyon ve Ekonomik Gelişme” başlıklı panelinde konuşan Duke Universitesi profesörü Timur Kuran ise, tarihte İslamiyet'in de önemli ilerlemeler sağladığını anlatıyor, “Osmanlı'da matbaa din adamları yüzünden gecikti” klişesinin somut bir dayanağı olmadığını vurguluyor.
Merak ediyorum, AK Parti'yi hedef alan iddianamesine “aydınlanma felsefesi”ne dair uzun bir vaazla giden Yargıtay Başsavcısı'nın bunlardan haberi var mı? Bırakın bunları, Sayın Başsavcı'nın ve diğer “rejim bekçileri”nin din ve modernleşme konusunda son 20-30 yılda Batı'da üretilen yeni görüşler hakkında en ufak bir bilgi kırıntısına sahip olduklarını hiç sanmıyorum. Çünkü 20. yüzyılın ilk yarısındaki ezberleri tekrar edip duruyorlar. Keşke köhnemiş felsefi görüşlerini Ankara'nın dumanlı odalarındaki çay sohbetleriyle sınırlı tutsalar da, “hukuk” maskesi altında hepimize dayatmasalar.