Dindarların Liberalizmi
[25 Şubat 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
“301 başörtülü kadın”ın ilan ettiği ve imzacı sayısı bini aşan “Biz henüz özgür olmadık” başlıklı bildiriye tek kelimeyle şapka çıkarmak gerek. Bu “türbanlı” hanımların “biz sadece kendimiz değil, bu toplumdaki herkes için özgürlük istiyoruz” demesi, Türkiye'deki bir dizi ezberi bozan çok önemli bir mesaj. Söz konusu ezberlerin başında ise, liberal düşünce ile İslami dindarlığın birbiriyle çelişkili olduğu varsayımı geliyor.
Bu varsayım, en çok “liberal-muhafazakar ittifakı”na ateş püskürenlerin zihnine kazınmış durumda. Kendilerine “laik Cumhuriyet bekçiliği” payesi biçen bu çevreler, “boğaza karşı viski içen” liberaller ile “namazında-niyazında” olan dindarlar arasında nasıl bir ortak zemin kurulduğunu zaten bir türlü anlayabilmiş değiller. Kendi siyasi ideolojilerini “yaşam biçimi” temelinde tanımladıkları için, farklı yaşam biçimlerine sahip olanların özgürlük gibi bir ilke üzerinde buluşmasına akıl sır erdiremiyorlar. Liberallerin “AKP'ye satıldığına” veya hepsinin topluca “emperyalizme hizmet ettiğine” inanmaları, bu yüzden.
Oysa liberalizmin kaynağı olan Anglo-Sakson düşüncesini tanısalardı, özgürlük fikriyle dindarlık arasında nasıl yakın bir ilişki olabileceğini de görebilirlerdi. Liberal düşüncenin İngiliz ve Amerikan mimarları, özgürlük deyince, Fransızlar gibi sadece “dinden özgürleşmeyi” anlamamış, daha çok “din özgürlüğünü” kast etmişlerdir. “Liberalizmin babası” sayılabilecek olan John Locke, dindar bir Hıristiyandır ve inancıyla felsefesi arasında yakın ilişki vardır. Siyaset bilimci Jeremy Waldron, “Tanrı, Locke ve Eşitlik: Locke'un Düşüncesinin Hıristiyan Temelleri” adlı kitabında bunu ayrıntılarıyla inceler.
Locke'ın etkilerini taşıyan ABD Bağımsızlık Bildirgesi'nde de çarpıcı bir hüküm yer alır: “Her insanın eşit yaratıldığını ve Yaratıcı tarafından bahşedilmiş çiğnenemez haklara sahip olduğunu apaçık bir gerçek olarak kabul ediyoruz” denir. Bu “çiğnenemez haklar” arasında ise “yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı” vurgulanır.
Dikkat edilirse her insanın özgür olduğu fikri, burada doğrudan Allah inancına dayandırılmıştır: İnsanlar, Allah onları birer birey olarak yarattığı için özgürdür.
Peki böylesi bir yaklaşım, İslam'da da geçerli olabilir mi?
Liberal düşüncede kast edilen bireysel özgürlük fikri, klasik İslam'da pek yoktur. Ama klasik Hıristiyanlık'ta da yoktu. Sosyal gelişim sonucunda “birey” tarih sahnesine çıkınca, liberal Hıristiyanlık bunu benimsedi ve teolojisine eklemledi.
Başörtülü hanımların imzaladıkları metnin, Hz. Muhammed'den alıntılanan “Gökler ve yer adaletle ayakta durur” hadisiyle bitmesi, bu açıdan çok anlamlı. Metni öven pek çok “laik” yorumcu, işin bu kısmını önemsemedi. (Hatta Milliyet yazarı Ece Temelkuran, “gökler ve yer adaletle durur” cümlesini sütununa taşırken, “Hz. Muhammed” referansını dışarıda bıraktı!) Oysa mesajın özü buradaydı.
Adalet, İslam'ın temel ve evrensel bir değeridir. Ancak adaletin neyi gerektirdiği sorusu, zamana göre değişebilir. Bundan 1400 yıl önce “köleye yemeğin iyisini vermek” adalet idi. Bugün ise herkese eşit vatandaşlık hakkı vermeyen bir adalet kavramı düşünemiyoruz.
İşte “özgürlük” de çağımızda ön plana çıkmış bir değer. Ve “Biz henüz özgür olmadık” bildirisini imzalayan başörtülü hanımlar, İslam'ın adalet ilkesinden yola çıkarak, “özgürlüğü herkes için istiyoruz” diyorlar. Yani liberalizme dini bir dayanak sunuyorlar. Bu, çok önemli bir yorum.
Tüm bunlar olurken, öte yanda ne adaletten ne de özgürlükten nasibini almış “yasakçılar”ın, kendilerini bu hanımlardan daha “aydın” zannedip, onları ve onlar gibi giyinenleri hala üniversite dışına sürmek istemeleri ne garip, değil mi? Şaka gibi...