Türkçe Yazılar

İran, Rusya Ve Türkiye

[18 Ağustos 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Türkiye'nin “Doğu ve Batı arasında” olduğu, sorunlu bir coğrafyanın tam merkezinde yer aldığı gibi yorumlar biraz klişe dursa da aslında gerçeği yansıtıyor. Peki bir tarafta ABD ve genel olarak “Batı”nın yer aldığı, öte yanda Rusya ve İran gibi aktörlerin bulunduğu bu gerilimler karşısında ne yapmamız gerek? Bence hükümetin yaptığı, doğrusu. Yani her tarafla konuşup, herkesle temasta olup, herkese itidal tavsiye etmek. Dahası, İsrail ve Suriye örneğinde olduğu gibi, mümkünse “arabulucuk” yapmak. Ancak Türkiye'nin bu rolünden rahatsız olan, bunun yerine tam olarak “Batı tarafında” yahut “Doğu tarafında” durmasını isteyenler var. Bunlar da rasyonel dış politika analizlerinden çok, kendi ideolojik gözlüklerine göre konuşuyorlar. Örneğin İran meselesine bakalım. Geçen hafta ağırladığımız Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın İsrail karşıtı söylemine sempati duyan vatandaşlarımız var. Bunların bazıları İran liderini Cuma namazı çıkışında “mücahid” diye selamladılar. Bu kesimlerin Filistin halkının trajedisine karşı duyduğu hassasiyeti paylaşsam da, açıkça söyleyeyim: Ahmedinecad'ın keskin söylemi ve uzlaşmasız tavrı, hem İran hem de Filistin için zararlıdır ve Türkiye'nin buna destek çıkar gibi gözükmesi büyük hata olur. Filistin'i ne kadar severseniz sevin, “İsrail yok olmalı” diyerek hiç bir yere varamaz, sadece İsrail yönetimini daha fazla kışkırtırsınız. Filistin halkının geleceği, “iki devletli çözüm”dedir. “İsrail'i haritadan silme” hedefi ise, hem insani açıdan yanlış, hem de siyasi açıdan hayalidir. İran'ın nükleer meselede de “silah değil, enerji istiyoruz” şeklindeki söylemine dünyayı inandırması, bunun için de Avrupalılar tarafından geliştirilen çözüm önerisini kabul etmesi gerekir. Diyebilirsiniz ki, İsrail'in dünya kadar nükleer silahı var, İran'ın niye olmasın? Ama İsrailliler de şöyle der: “Biz kimseyi yok etmekten bahsetmiyoruz, İran ise bizi yok edeceğini ilan ediyor.” Sonuçta ABD-İsrail ikilisi “nükleer bir İran'ı savaş sebebi yapma”ya kararlı ise, bunu sonuna kadar zorlamak akıl karı değildir. Keşke İran bu konuda Türk hükümetinin telkinlerini dinlese... Gürcistan'daki çatışmada ise, her ne kadar Şaakaşvili basiretsiz ve “kumarbaz” olsa da, asıl suçlu, Hadi Uluengin'in geçen hafta Hürriyet'te ustaca izah ettiği gibi, Rusya'dır. Eski Sovyet günlerini özleyen Rusya'nın yayılmacı siyaseti ise, Türkiye'nin hiç hayrına değildir. Diyebilirsiniz ki, Batı, hele ABD de Rusya gibi yayılmacı değil mi? Kendi çıkarları için küresel nüfuz peşinde koşmuyor mu? Kuşkusuz öyle... Zaten bu yüzden de Türkiye'nin bu çıkar çatışması içinde kendi çıkarını gözetmesi lazım. Ancak ardından da eklemek gerek: Türkiye, varmak istediği liberal demokratik düzen açısından, “Batı bloku”nun bir parçası ve öyle kalmalıdır. Zaten bugün Türkiye'de hızlı bir “Rusya sevdası”na kapılanların temel derdi, ülkeyi demokratikleşmeye zorlamayacak, insan hakları hesabı sormayacak bir “büyük abi” bulabilmektir. Eğer Rusya'ya göbekten bağlanırsanız, alabildiğine despot bir rejim kurabilir, kendisi de bir despot olan Putin'le gayet iyi anlaşırsınız. “Doğucu”ların derdi budur. “Batıcı”ların hatası ise, Batı değerlerini paylaşmak ve Batı blokunda yer almak ile, Batılı hükümetlerin her dediğine uymak arasındaki farkı atlamaları. Bundan bir kaç yıl önce ABD'ye rağmen Suriye ile konuşuyorlar diye hükümete ve Başbakanlık danışmanı Prof. Davutoğlu'na çok kızmışlardı. Oysa bugün bu politika sayesinde başlayan arabuluculuk sürecinden Batı da memnun. Kısacası dış politika pragmatizm gerektiren ince bir iş. İdeolojiye kurban etmemek lazım...
All for Joomla All for Webmasters