Laik Devlet, ‘Laiklerin Devleti' Değildir
[28 Nisan 2007 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Emin olun, eğer Türkiye'nin müstakbel 11. Cumhurbaşkanının bir “AK Partili” olması ihtimali ufukta belirmeseydi, “367 tartışması” diye de bir şey yaşanmayacaktı. Daha önce hiç bir Cumhurbaşkanı seçiminde hiç kimsenin aklına gelmemiş olan bu “laik hile-i şeriye”, Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'na malum olmayacak ve CHP'nin savaş baltasına dönüşmeyecekti.
Buna benzer tartışmalar ve gerilimler Türkiye'de onyıllardır sürüyor. Sorunun temelinde ise, “laiklik” kavramını kendilerine bayrak haline getirmiş bazı kesimlerin, bu ilkeyi tamamen çarpık bir şekilde anlamaları yatıyor. Bu kesimler, “laik devlet”in “laiklerin devleti” olması gerektiğini zannediyorlar. Yani devletin “laik” (dini olmayan) bir yaşam biçimine sahip olanlara ait olması, dindarların ise üst düzey makamlardan (ve hatta üniversiteler gibi kurumlardan) uzak tutulması gerektiğini sanıyorlar.
İşte Cumhurbaşkanı adayı Sayın Abdullah Gül'e ve eşi Hayrünnisa hanıma karşı gösterilen histerik reaksiyonun altında bu yatıyor.
Oysa aslında laik bir devlet, vatandaşları arasında onların dini inanç ve uygulamalarına göre ayrım yapmayan devlettir. Böyle bir devletin her vatandaşı, ister beş vakit namaz kılıp ağzına içki koymayan biri, isterse de atezmin kararlı bir savunucusu olsun, kanun önünde eşittir. Hepsi birinci sınıf vatandaştır ve eğer demokratik mekanik mekanizmalar içinde yükselirlerse, devletin her makamına gelebilirler.
Başörtüsü ve ‘Gericilik'
Bunu söyleyince bazıları hemen “ama biz dindarlığa karşı değiliz, siyasal İslamcılığa karşıyız” diyorlar. Ancak neyin dindarlık neyin ise “siyasal İslamcılık” olduğuna karar verme hakkını kendilerinde saklı tuttukları için, pek inandırıcı olamıyorlar. Örneğin başörtüsünün “siyasal İslam'ın sembolü” olduğunu söyleyenlerin hepsi, istisnasız, başörtüsünün “kamusal alan”da yasaklanmasını savunanlardır. Buna karşı başörtüsünü kullanan hanımların hepsi bunun “inançlarının gereği” olduğunu söylemekte, dahası konuyu inceleyen pek çok tarafsız sosyal bilimci de bunu doğrulamaktadır.
Bir diğer itiraz “gericilik” söylemi üzerinden gelir: Buna göre başörtü takmak “çağdışı”dır ve “çağdaş Türk kadınına yakışmamakta”dır. Bu, kuşkusuz, tümüyle özgürlük karşıtı ve totaliter bir zihniyetin ifadesidir; çünkü vatandaşların kendi dünya görüşlerini ve yaşam biçimlerini belirleme hakkını hiçe saymaktadır. Aslında gerçekten “çağdaş” ülkelerde, vatandaşlar istedikleri gibi giyinir, isterlerse “Ortaçağ kıyafeti”yle bile dolaşırlar. İngiltere'de başörtülü Müslüman kadınlar, devletin her kurumunda görev alabilir, polis bile olabilirler. İsrail'in dahi üniversitelerinde başörtüyle okuyan Müslüman Arap öğrenciler vardır. (Bu açıdan İsrail'in Müslüman vatandaşları, Türkiye'nin Müslüman vatandaşlarından daha özgürdür.)
İşin daha da traji-komik yanı, bugün Türkiye'de “gerici” damgası vurulan kesimlerin Avrupa Birliği'ni, demokrasiyi ve serbest piyasayı savunurken, kendilerini “ilerici” ilan edenlerin bazılarının yabancı düşmanı ve hatta ırkçı hale gelmiş olması. “Muasır medeniyet”, o yüzden AK Parti'yi değil onun karşıtlarını “bağnaz” buluyor.
‘Öz Vatanında Parya'
Artık laiklik konusunda fena halde “endişeli” olan çevrelerin biraz öz eleştiri yapmaları gerekiyor. Türkiye'de laiklik ilkesinin vatandaşların bir kısmı tarafından uzun süre benimsenmediği doğru. Bunda “siyasal İslamcılık” ideolojisinin payının olduğuna da kuşku yok. Ama sorun sadece bu değil. Sorun, aynı zamanda, laikliğin dindar vatandaşları “öz vatanında parya” haline getirecek kadar katı ve hoşgörüsüz olması. Başörtüsü takan bir Türk vatandaşının en ufak bir eğitim şansı yok. Devlet, bağımsız din eğitimine izin vermediği gibi, kendi açtığı İmam-Hatip okullarında okuyan öğrencilere de ayrımcılık yapıyor. Dahası dindarlar sürekli olarak “çağdışı”, “gerici”, “takunyacı” diye aşağılanıyor. Kimi Jakoben yetki sahiplerince (ve onların medyadaki ideologlarınca) kendilerine aba altında sopa gösteriliyor.
Böylesine bir “apartheid” oluşturan despot laisizmin dindar vatandaşlar tarafından kabul edilmesini nasıl bekleyebilirsiniz ki?
Tüm bunlara rağmen, dışa açılma, demokratikleşme, serbest piyasaya entegre olma gibi sosyal dinamikler sayesinde, ülkemizde “siyasal İslamcılık” düşüşe geçmiş, bunun yerine AK Parti'de ifade bulan “Müslüman demokratlık” yükselmiş durumda. Artık “öteki taraf”ın da yumuşama, ülkenin ve devletin tek sahibi olma iddiasından vazgeçme, uzlaşı ve hoşgörü kültürünü benimseme zamanı geldi.