Vahiy ve Bilim Üzerine Bir Not Daha (ve de AT)
“Vahiy ve Bilim Üzerine Bir Not” başlıklı yazıma ilave etmem gerektiğini düşündüğüm bir kaç nokta var.
Birincisi, vahiy ve akıl ilişkisi üzerine. Söz konusu yazıda aklın yanılabilirliğinden söz etmiştim. Bunu görmek zor da değildir; modern ideolojilerin hepsi “akıl ürünü”dür ama birbirlerinden çok farklı şeyler savunurlar ve bazıları bu savunduklarıyla büyük felaketlere de yol açmışlardır. Örneğin komünizm ve faşizm gibi sistemler tamamen “akıl ürünü”dür, kendi içlerinde belirli bir mantığa dayanırlar, ama onmilyonlarca insanın ölümüne neden olan korkunç sonuçlar üretmişlerdir.
Kanımca bu durum, insanoğlunun sadece kendi aklını kullanarak mükemmel bir yaşam ve toplum üretebileceğini savunan her türlü öğretiye kuşkuyla bakmak için yeterli bir gerekçe oluşturuyor.
Ancak tüm bunlar, aklın değerini ve gerekliliğini ortadan kaldırmaz kuşkusuz. Ancak onun tek başına yeterli bir yol gösterici olamayacağına işaret eder. Nitekim “saf aklı” eleştiren pek çok düşünür, bunun yanına “tecrübe” ve “gelenek” kavramlarını eklemiştir. Buna göre insanların binlerce yıllık tarih içinde edindikleri deneyimleri ve bunlardan çıkardıkları sonuçları yadsımamak gerekir. Aile, hukuk, devlet ve hatta demokrasi gibi kavramlar işte böylesi “tecrübesel” ve “geleneksel” değerlerdir.
İnanan insan için kuşkusuz tüm bunların ötesinde bir de “vahiy” vardır yol gösterici olarak. Ben, inanan insan için vahyin tüm diğer bilgi kaynaklarından üstün olduğunu da belirttim. Ancak buna şunu da ilave etmem lazım: Vahyi anlamak için de akıl ve hatta “gelenek” gereklidir.
Çünkü vahiy, her ne kadar açık ve hikmetli olursa olsun, yorumla anlaşılır. Hele de vahyin üzerinden yüzyıllar geçmiş ve vahyin indiği ortamdan çok farklı bir dünyada yaşar hale gelmişsek, vahyin bize öğrettiği ilkelerin günümüz dünyasında nasıl yorumlanması gerektiğini anlayabilmek için yoruma, bunun için de akla ve geleneğe ihtiyaç vardır. Örneğin Kuran'da kölelikten bahsedilir. Bu, köleliğin ideal bir toplumsal kurum olduğunu mu gösterir, yoksa o dönemde öyle bir kurum olduğu için mi, ilahi mesaj buna göre hükümler içermiştir? Bunu akıl yoluyla anlamaya çalışmamız ve 1400 yıllık İslam geleneği içinde bu konuda yapılan yorumları dikkate almamız gerekir.
Bu gibi kaynakları bir kenara bırakan ve “vahiyde ne yazıyorsa, hiç düşünmeden onu uygularım” diyen bir insan (ki “fundamentalizm” böyle bir şeydir) aslında “vahiyden kendi dar anlayışıyla anladığını uygulamak” gibi bir yanılgıya sürüklenebilir. İslam tarihinde çok kan dökmüş bir mezhep olan Hariciler, tam böyleydiler. Kuran'daki bir savaş ayetini alıp da modern bir terör eylemini meşrulaştırmak için kullanan “İslamcı teröristler”in yaptığı da benzeri bir şeydir. Her zaman bu denli tehlikeli olmasa da, akıl ve geleneği bir kenara atan “literalist” (“lafızcı”) yaklaşım, çok yanlış sonuçlara varabilir. Kuran'da “Allah'ın eli”nden söz edildiği için Allah'ın insani bir bedene sahip olduğunu varsaymak gibi...
Dolayısıyla kanımca insan için izlenmesi gereken en doğru yol, vahyi izlemek, ancak onu anlamak için de akıl ve geleneği kullanmaktır. Zaten (İslam tarihindeki “akılcı” fikir akımı olan Mutezile'nin mensuplarının dediği gibi) akıl da sonuçta Allah'ın yaratıp insana verdiği bir “iç yol gösterici” değil midir?
Akıllı Tasarım üzerine
Sitede son günlerde bir de Akıllı Tasarım üzerine bir tartışma yürüyor. Bu teorinin dini kavramlarla bağlantısının olup olmadığı konusunda görüşler var. Ben kendi düşündüğümü bir cümleyle şöyle açıklayayım: Akıllı tasarım, yöntemi açısından değil, ancak vardığı sonuçlar açısından dinle ilgilidir.
Çünkü teori, ilahi dinlerdeki yaratılış inancını kendisine bir önkabul olarak almaz; sadece doğayı inceler ve buradaki yapıların kökeninde bilinçli bir düzenleme olduğuna dair bir kanıt olup olmadığını araştırır. Bu araştırma sonucunda canlılığın kökeninde bilinçli bir düzenleme olduğunu sonucuna varıyorsak - ki varıyoruz - o zaman Akıllı Tasarım'ın vardığı bu sonuç, ilahi dinlerin evren ve yaşam hakkındaki öğretisine uygun düşmüş olur. Bir dindar da buna bakarak elbette “canlıları Allah yaratmış, bilim de buna dair kanıtlar buldu” diyebilir. Hatta dindar olmayan birisi de, AT'nin sonuçlarına bakarak, dine ikna olmaya başlayabilir.
Bunun karşısında Darwinist taraf, “dini bilime dahil ettiniz” diyerek, büyük bir handikap yakalamış edasıyla sık sık ortaya çıkıyor. Anlamadıkları nokta, AT'nin vardığı sonuçlar ile izlediği yöntem arasındaki fark. AT, “canlılık yaratılmış olmalıdır” gibi bir önermeyle işe başlamıyor ki...
İşin ilginç tarafı, asıl Darwinizm'in böylesi bir önkabulle işe başlıyor oluşu. Daha önce pek çok yazımda belirttiğim gibi, Darwinistlerin çoğu, bilimin “tasarım” kavramını prensip itibarıyla kabul edemeyeceğini savunurlar. Yani “canlılık yaratılmamış olmalıdır” gibi bir önermeyle işe başlarlar.
Özetle: Dindarların AT'den dini bir sonuç çıkarmalarında kanımca hiç bir sorun yoktur. (Zaten ben de çıkarıyorum). Ama bunu yaparken AT'nin yöntemini iyi anlamaları, bu bilimsel yöntemin içine dini bir argüman katmamaya dikkat etmelerinde fayda var.