Bugün Fransa'ya yasaklamacı yasası nedeniyle ateş püskürmekte kendimizi yerden göğe kadar haklı hissediyor olabiliriz . Ancak bunu yaparken aslında birçok açıdan ne kadar çok Fransa'ya benzediğimizi de unutmayalım. Ermeni meselesini, kısa bir süre için de olsa, bir yana bırakalım ve daha yapısal benzerliklere bakalım. Şöyle bir düşünün, laiklik anlayışımızı kime borçluyuz? Avrupa'da laiklik anlayışı nedeniyle okullarda başörtüsünü yasaklayan bir ülke adı vermeniz gerekse, aklınıza ilk hangi ülke gelir? Peki İslam dünyasında başörtüsünü aynı şekilde laiklik anlayışı nedeniyle yasaklayan tek ülke hangisi? ‚ Osmanlı'nın son döneminden, Cumhuriyetin kuruluşuna, devletin üniter yapısından, vatandaşlık kavramına kadar, Fransa Cumhuriyeti, Türk modernleşmesine sürekli ilham kaynağı olmuştur. İyisi ve kötüsüyle kendimize hep Fransa'yı örnek almışız. Başka bir örnek daha verelim. Fransa'nın azınlıklar politikasına bir göz atın. Korsika, Bask veya Bröton etnik kimliklerine karşı Fransa'nın resmi politikasını en iyi hangi kavram açıklar? Türkiye'de Kürt etnik kimliğine karşı kullanılan kavramın aynısı, yani asimilasyon. Nedir asimilasyon ? Alt-kimlik, üst-kimlik demeden, herkesi eşit ve standart vatandaşlık potasında eriten ve birleştiren bir politika. Asimilasyon amaçlı politikaları nedeniyle, Fransa ve Türkiye çokkültürlülük kavramını kabul etmeyen iki benzer ülkedir. Benzer şekilde, cumhuriyetçi, merkeziyetci ve devletçi anlayış her iki ülkenin de siyasi kültürüne hâkimdir. Zaten tam da bu nedenle, 'liberallik' kavramı hem Fransa'da, hem de Türkiye'nin siyasi kültüründe düşman olarak kabul edilir. Zira, liberallik, özünde devletçi siyasi ve ekonomik politikaların aksini savunur. ‚ Oysa, hem Türkiye'de, hem de Fransa'da, liberalizmin yerine, cumhuriyetin temel prensiplerini koruma amaçlı devletçi bir 'sosyal mühendislik' söylemi mevcuttur. Fransa'da bir sorun varsa, o sorun hemen devlete havale edilir ve devletten çözüm beklenir. Ekonomide, siyasette, soyal ve kültürel hayatta bu hep böyledir. Benzerlikler bununla da bitmiyor. Aynen bizde olduğu gibi, Fransız siyasi ortamı da 'demokrasi' ve 'cumhuriyet' kavramlarının sık sık çatışmasına sahne olur. Gene aynı bizde olduğu gibi, bu tür toplumsal tartışmalarda ileri-gerici ekseninde bir çerçeve çizilir. Bu kısır çerçevede sol hep ilerici, sağ hep gerici kabul edilir. Bu gerici sağ ve ilerici sol kriterleri hep Fransız devrimi ve cumhuriyet değerlerine endeksli şekilde kullanılır. Tıpkı Türkiye'nin Atatürk devrimlerine ve Cumhuriyet prensiplerine endeksli, bitmek tükenmek bilmeyen ilerici-gerici, ve şu anda yeniden alevlenen irtica tartışması gibi.Yani bugünlerde Fransa'ya boykot çağrıları yapan ateşli devletçi/milliyetçilerimiz de gerçekte özünde bir hayli "Fransız"lar. Aslında burada Türkiye'deki devletçi/milliyetçiliğin daha genel ve çarpıcı bir çelişkisi çıkıyor karşımıza: Milliyetçi ideoloji gereğince Batı'ya topyekun düşmanlık körüklüyor, Türkiye'yi "Batı'nın etkisinden koruma" söylemi kullanıyorlar. Oysa büyük bir kararlılıkla inandıkları ideolojilerinin bizzat kendisi "Batı mamülü". Milliyetçilik, 150 yıl önce bu coğrafyada bilinmez iken, Fransız Devrimi'nin rüzgarlarıyla gelmişti Osmanlı'ya. Bu ideolojiye sarılanlar, kendilerinden başka herkese - Batılılara, Araplara, diğer yabancılara ve hatta "iç düşmanlara" - karşı tavır aldılar ve hala da alıyorlar; ama bu tavır alışlarının kaynağı, sandıklarının aksine "yerli" değil "kökü dışarıda" bir fikir... Bence ise bir fikrin "kökünün" içerde veya dışarda olmasının bir önemi yok. Doğu'da da Batı'da da iyi ve kötü fikirler vardır ve bunları anlayıp, sentezleyip, yoğurarak iyi sonuçlara varabilirsiniz. Ben kendi adıma Batı'dan devletçiliği, milliyetçiliği, otoriterizmi, asimilasyonizmi değil; insan haklarını, bireysel özgürlüğü, demokrasiyi, çoğulculuğu alma tercihindeyim. Batı'dan bağımsız bir şekilde var olan değer ve inançlarıma uygun düşenler onlar...
Fransa'yla Aşk/Nefret Ve Kökü Dışarıda Milliyetçilik
Önceki bir dizi yazımda Fransa'nın baskıcı ve yasakçı devlet ideolojisiyle Türkiye'ninki arasındaki benzerliklere vurgu yapmıştım. Washington'daki liberal eğilimli Brookings Enstitüsü'nde çalışan Ömer Taşpınar da bugünkü Radikal'de yayınlanan "Fransa-Türkiye benzerliği üzerine" başlıklı yazısında aynı gerçeğe işaret etmiş. Yazının büyük kısmını aynen alıntılamakta yarar var: