Laiklik Üzerine İyi Bir Dizi
Derin Sular sitesinde beş yazılık bir seri halinde yayınlanan Laiklik dizisini herkese tavsiye ederim.
Dizinin tümü iyi, ama özellikle bazı "çok iyi" noktalar var. Örneğin "Dünyanın pek çok yerindeki laik diktatörlüklere bakılarak da anlaşılabileceği gibi, laiklik, inanç özgürlüğünü temin değil, tehdit eden bir kavram" cümlesi, bunlardan biri. Bu yorum, Türkiye'de dillerden düşmeyen "laik cumhuriyet"in aslında tek başına pek bir değer taşımadığına da işaret ediyor. SSCB veya Kızıl Çin gibi kanlı diktatörlükler de birer "laik cumhuriyet" idiler. Önemli olan "laik cumhuriyet"in aynı zamanda demokrasiye ve insan haklarına adanmış olup olmadığı. Ne laik ne de cumhuriyet olan, ancak demokrasi ve insan hakları konusunda son derece ileri düzeydeki ülkeleri (örneğin İngiltere olarak da andığımız Birleşik Krallık'ı) akla getirince, meselenin özü daha da iyi anlaşılıyor.
Laiklik dizisindeki kayda değer bir bilgi de, ABD mahkemelerinin laikliği, "dinler arasında ve din ile dinsizlik arasında tarafsızlık" olarak yorumlaması. Bu çok önemli bir nokta, çünkü çoğu materyalist ideolog, devlet imkanlarını (örneğin eğitimi) kendi felsefelerinin hizmetine koşmak için, bu imkanları "dinin etkisinden çıkarmak" söylemi altında aslında "dinsizliğin" ve ona uygun görüşlerin tekeline almaya çalışıyor. Eğitimde Akıllı Tasarım teorisinin yasaklanması, sadece Darwinizm'in öğretilmesi yönündeki ısrar, bunun iyi bir örneği. Eğitime veya genel olarak tüm "kamusal alan"a yönelik bu materyalist tahakkümün yanlışlığını, daha önceki "Çıplak Kamusal Alan Laikliğe Aykırı" başlıklı yazımda da ele almıştım.
Derin Sular, ABD'deki laiklik anlayışının özgürlükçü, Fransa'dakinin ise baskıcı olduğunu gayet özlü bir şekilde ortaya koyarken, Türkiye'nin "Fransız laiklerin işgali altında olduğunu" söylemiş ki, hiç haksız değil. (Laiklik dizisinin, bu zihinsel "işgal"in örneklerini ortaya koyan "Türkiye'de Laiklik" başlıklı dördüncü bölümü mutlaka okunmalı.)
İşin daha da enteresan yanı ise, Türkiye'deki "Fransız laikler"in bazılarının, son dönemde, dindarları saflarına çekebilmek için onları tahrik etmeye müsait hayali düşmanlar ve komplolar üretip durmaları. Türkiye'nin "İsrail tehdidi" altında olduğu veya "misyoner komplosu" ile yüzyüze kaldığı gibi paranoid-şizofren tezler, bunların en iyi iki örneği. Bu ve benzeri provokatif komplo teorileri, dindar kesime, aslında onlar için çok zararlı olan anti-demokratik "statüko"nun arkasında saf tutturma amacını güdüyor. "Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde..." diye başlayan nutukları hatırlayın. "Yurdumuzun düşmanlarla çevrili" olduğuna ne kadar çok inanırsanız, söz konusu "birlik ve beraberliğe" (yani aslında "toplumsal hizaya girme"ye) olan talebiniz de o kadar artıyor.
Söz konusu nutukların jargonuna başvurarak söyleyeyim: Bu oyuna gelmemek gerek. İnsan hakları ve özgürlüğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, bize "birlik ve beraberlik" klişeleri değil, çoğulcu demokrasi gerek. Laiklik ilkesini de, "yerli Fransızların" baskıcı ideolojisinin tekelinden kurtarmak, "dinler arasında ve din ile dinsizlik arasında tarafsızlık" olarak anlamaya başlamak gerek. Bu başarılırsa, toplumun tümü - ve bu arada aslında "Fransız laiklerin" kendileri de - rahat edecek.