Kültür Emperyalizmi Yok, Kültür Boşluğu Var
[6 Mayıs 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Geçen haftaki "Düz Dünyadan Dönüş Yok" başlıklı yazımda New York Times yazarı Thomas Friedman'ın "Dünya Düz" adlı kitabından söz etmiştim. Friedman, internetin ülkeler ve toplumlar arası sınırları kaldırdığına vurgu yapıyordu. Bu hafta ise bu "düz dünya"nın Türkiye için ne anlam ifade ettiğine bakalım.
Lafa "kültür emperyalizmi" ile girmek istiyorum. Bu kavram Türkiye'de çok kullanılır; özellikle de zamane gençlerinin Batı müziği ve Hollywood filmlerine rağbet edip bolca fast-food tüketmesine hayıflanan orta ve ileri yaş kuşağından insanlar, bunlar yüzünden kültürümüzü yitirdiğimizden yakınır. Onlara göre, Batı, kendi kültürünü bize empoze ederek bizi "zehirlemekte"dir. Çözüm de bu "kültür emperyalizmi"ne karşı set çekmek, toplumumuzun yüzünü dışa değil içe çevirmektedir.
Bu yaklaşımın sadece küçük bir kısmının doğru olduğunu düşünüyorum. O kısım, Türkiye'de bir kültür erimesinin var olduğu. Ama bence bunun nedeni "kültür emperyalizmi" değil, "kültür boşluğu". Türkiye'nin geleneksel kültürü, Batı'ya karşı set çekmediği için değil, kendisini Batı'nın kalite standartlarında yeniden üretmekte zorlandığı için eriyor.
Düz Dünya Herkese Açık
Ortada bir "emperyalizm" olmayışının nedeni, "düz dünya"nın herkese açık olması. Kültür alışverişi çok yönlü. Kimse size "benim filmimi izleyip, benim internet siteme girip, benim müziğimi dinleyeceksin" diye dayatmıyor. Dilerseniz siz de düz dünyanın imkanlarını kullanarak kendi kültürünüzü yayabilirsiniz. Burada serbest rekabet kuralı ve bileşik kaplar kanunu geçerli.
Zaten dikkat ederseniz düz dünyada sadece Batı kültürü yayılmıyor. Hint müziği şaşırtıcı derece popüler. Çin ve Japon mutfağı her yere girmiş durumda. Başta Budizm olmak üzere Uzakdoğu din ve felsefeleri hızla yayılıyor. Türkiye'de bile Yoga dersleri, Reiki seansları, Feng Şui kursları çoğalıyor.
Modern dünyada hızla yayılan bu geleneksel kültürlerin başarısındaki sır ise, kendilerini modern standartlar ve kalite anlayışı içinde yeniden üretmeleri. Hint müziği MTV'yi parselliyor, çünkü klasik Hint ezgilerini modern kulaklara hitap edecek şekilde yenilemiş durumda. Çin ve Japon mutfağının başarısı, binlerce yıllık lezzetlerini modern bir ambalaj ve "konsept" ile sunabilmelerinden geliyor.
Peki acaba Türkiye'nin dünyaya sunduğu böyle bir kültürel ürün var mı? Dünyalı birisine "Türkiye'nin nesi meşhurdur" diye sorunca aklına gelebilecek ne var?
Beyaz Türkiye ve Öteki Türkiye
Bu soruyu kendi kendime düşündüm ve aklıma sadece üç şey geldi: Lokum, döner ve Mevleviler...
Dikkat ederseniz bunların hiç biri "beyaz Türkiye"nin ürünleri değil. Aksine, o "beyaz Türkiye"nin pek de sıcak bakmadığı geleneksel kültürün unsurları.
Aslında o "beyaz Türkiye", geleneğe sıcak bakmak bir yana, onu hor gördü ve hatta baskı altında aldı. 1930'larda bir ara radyoda Türk müziği çalınması yasaklanmış, "asri Avrupa musikisi" zorunlu kılınmıştı. Sadece müzik değil, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan tüm bir kültür, dilden kıyafete kadar reddedildi.
Bunun yarattığı garabeti bazen kendimiz göremiyoruz ama yabancılar bize hatırlatıyor. Bir diplomattan dinlemiştim; Türkiye'ye gelen bir grup Avrupalı devlet adamına Dışişleri Bakanlığı'nda dört başı mamur bir sofra hazırlanmış. Menü, Fransız mutfağının seçkin yemekleriyle doluymuş. Ama konuklardan biri, "Türkiye'ye gelmişken Türk yemeği yesek daha mantıklı olmaz mıydı" diye sormuş.
Avrupalılara garip gelen bu yaklaşım, Türkiye'de çok egemen. Ancak modern Batı'ya birebir benzediğimizde modern olacağımızı sanıyoruz. Şu günlerde "başörtülüler Arabistan'a gitsin" şeklindeki radikal çıkışıyla gündeme gelen "Dokuzuncu Cumhurbaşkanı" Süleyman Demirel de, 28 Şubat süreci günlerinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın Beethoven'in ünlü Dokuzuncu Senfoni'sini çalması üzerine heyecanla "İşte çağdaş Türkiye!" demişti.
Türkiye'de Beethoven çalınmasının gereğine ben de inanıyorum. Ama "çağdaş Türkiye"den anladığınız bir tek bu ise, aslında "çağdaş Türkiye" olmaktan çıkmış, Batı'nın önemsiz bir taklidi - İngilizce deyimle "wannabe"si - olmuş olursunuz.
"Adamlar" Beethoven'ı zaten biliyorlar, mesele bizim onlara yeni bir şeyler sunup sunamayacağınız. Bunu yapabilmek için de bizi biz yapmış olan tarihle, geleneklerle ve inançlarla barışmamız gerek. Ve onları geçmiş içinde donmaktan kurtarıp, modern standartlar ve kalite anlayışı içinde yeniden üretmek, çağın değerleri ile sentezlemek lazım.
Bunu yapabilirsek, "beyaz Türkler" ile "siyah Tükler"in de uzlaşmasını sağlamış oluruz.
Zor iş. Bakalım, başarabilecek miyiz...