Evet, Tehlikenin Farkındayız
[15 Nisan 2006 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlandı]
Madem Cumhuriyet gazetesi yemyeşil harflerle özene-bezene yazıp ilk sayfasına yerleştirmiş "tehlikenin farkında mısınız" sorusunu, bir demokrat olarak cevap verelim: Evet tehlikenin farkındayız. Onyıllardır hep demokrasi karşıtlığı, özgürlük düşmanlığı ve darbe çığırtkanlığı yapmış bir gazetenin yine kendisine uygun puslu hava bulduğunu açıkça görüyoruz.
Bu puslu havayı ve yaratıcısı olan kadroyu yakından tanıyoruz. Türk toplumunu kendi zihnindeki ideolojik kalıplara göre "adam edeceğini" iddia eden ve aslında bu otoriter "misyon" bahanesiyle kendi iktidarının ve menfaatlerinin bekçiliğini yapan bu "oligarşi"yi iyi biliyoruz.
Bu oligarşi 1930'lu yıllarda yeşermeye başladı. O dönemin faşist rejimlerinden etkilendiği ve koyu pozitivist/materyalist fikir akımlarından beslendiği için, her türlü özgürlüğü, çoğulculuğu ve dindarlığı düşman belledi. Bu düşman tanımı gereğince de, Türk toplumunun büyük çoğunluğunu sakıncalı vatandaş kabul etti.
Dünya 1930'ların otoriter ve pozitivist ideolojilerini çok geçmeden geride bıraktı. Modernleşmenin demokrasi, özgürlük ve çoğulculuk anlamına geldiğini, dindarlık ile modernlik arasında çelişki olmadığını gördü ve kabul etti. Ama yerli oligarşi, donuk ideolojisinden bir adım geri atmadı. Ezberini aynen korudu. Dahası kutsallaştırdı: Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük asker ve devlet adamı Atatürk'e, onun hiç iddia etmediği bir tür tanrısallık atfetti, sonra da kendi ideolojisini onun üzerinden dogmalaştırdı.
Bugün yaşadığımız sorunların çoğu, söz konusu oligarşinin mirası. Kürt sorununu, "Kürt yoktur, Türk vardır, aksini söyleyeni ezeriz" diye özetlenebilecek bir politikayla onlar ürettiler ve kangrenleştirdiler. Atatürk'ün 1930'lu yılların şartları nedeniyle uyguladığı geçici bir politika olan devletçiliği ebedi bir ilke haline getirdiler ve bu yüzden Türkiye'nin ekonomik gelişmesini onyıllarca baltaladılar. Tabii bu sayede kendi "arpalıklarını" oluşturdular ve devletin korumacı kanatları altında palazlanan - ve bunun karşılığını kendilerine fazlasıyla ödeyen - imtiyazlı bir burjuvazi geliştirdiler.
Bugün çaldıkları alarm zillerinin en büyük gerekçesi olan "din-laiklik" tartışmasını da onlar ortaya çıkardılar. Devletin inançlar karşısında tarafsız olmasını tarif eden laiklik ilkesini çarpıtarak, toplumu dinsizleştirme, dindarları da ezme yönündeki despot projelerinin kılıfı olarak kullandılar. Bu yüzden - örneğin Türkiye'yi, başını örten bir bayanın üniversitede okuma hakkını elinden alan dünyadaki tek ülke haline getirdikleri için - dindar kesim bu tuhaf laikliğe hep kuşkuyla baktı.
Bu oligarşi demokrasiyi hiç sevmedi. Tek partili "Milli Şef" rejimini ilelebed korumaya niyetliydi aslında, ama II. Dünya Savaşı'ndan galip çıkan güç "özgür dünya" olunca, küresel rüzgara uymak zorunda kaldı ve çok partili hayatı kerhen kabul etti. Ama iktidarı kolay bırakmadı. 1946'daki ilk seçimlerde hile yaptı. 1950'deki demokrasi devrimi yaklaşırken, oligarşinin üyeleri kendi aralarında "memleketin idaresini Hasso'larla Memo'lara mı bırakalım!" diye söyleniyorlardı. Demokrat Parti'nin "Yeter, söz milletindir" sloganıyla devrildiler ama on yıl sonra iktidara silah zoruyla el koydular. Dahası, Türkiye tarihinde en yüksek oyu (yüzde 57) almış olan Başbakan Adnan Menderes'i ve iki bakanını, türlü yalan ve iftiralarla suçlayıp, düzmece bir mahkemenin kararı ile katlettiler.
O zamandan bu yana bir kez bile seçim kazanamadılar. Küçümsedikleri, itip-kalktıkları vatandaşlar, onlara hiç bir zaman yüz vermedi. Onun için iktidara ancak demokrasi dışı yollardan geldiler veya ortak oldular. Milli iradenin temsilcilerine karşı atanmış kadrolarla tavır aldılar.
Son yıllarda giderek artan bir panik yaşıyorlar, çünkü AKP iktidarıyla birlikte Türkiye'de demokrasi iyice güçleniyor. Türkiye'nin "zencileri" iktidardalar ve ülkeyi hiç de "Ortaçağ karanlığı"na değil, Avrupa Birliği'ne ve "muasır medeniyet"e doğru götürüyorlar. Hatta belki de Çankaya'ya çıkacaklar ve ülkenin "First Lady"si, milyonlarca Türkiye vatandaşı gibi, inançları nedeniyle başını örten bir hanım olacak. Yani "cumhur"un başına, kendisine gayet benzeyen biri gelecek.
İşte "tehlikenin farkında mısınız" sorusunun ardında, oligarşinin bu endişesi, 1946'dan beri süregiden iktidarı halka kaptırma korkusu yatıyor. Bu korkudan hareketle bir takım anti-demokratik projeler kurguladıkları da bilinen, hissedilen bir gerçek. "Farkındayız" dediğim tehlike, bu.
Ama pek da büyütmeye değer bir tehlike değil doğrusu. Demokrasiden geriye doğru atılmak istenecek bir adımın, ne dünyanın gidişatı ne de Türk toplumunun geldiği nokta açısından bir dayanağı yok. "Devlet elden gidiyor" yaygarası artık fazla satmıyor ve atı alan millet Üsküdar'a çoktan varmış durumda. Oligarşiye geçmiş olsun...