"Yaratılış dogmasına göre kutsal sayılan insandan kimi canlılardaki kullanışlı birçok sistemin esirgenmiş olması düşündürücü. Örneğin köpek balıklarının dişleri her yıl yenilenirken birçok insan dişlerinden dolayı acı çekiyor. Bazı organizmalarda olduğu gibi insan da etkili bir DNA tamir mekanizması ve bağışıklık sistemine sahip olabilseydi, temelde genetik hatalara bağlı bir hastalık olan kanserden kırılmazdı. İnsan vücudu bitkilerin yaptığı gibi fotosentez yapabilseydi kısa süreli bir güneşlenme sayesinde günlük enerji ihtiyacını karşılayabilirdi."Prof. Aykut Kence ise Vatan'da şöyle diyordu:
"Canlılar kusursuz değildir. Örneğin zürafalar uzun boyları nedeniyle akarsu veya gölden su içmekte güçlük çekerler. İnsanda da bir yığın gereksiz gen bulunur. Örneğin C vitamini sentezleyen genler atalarımız meyveyle beslenmeye başladıktan sonra işlevsiz kalmışlardır. Bir yığın başka gen işe yaramaz durumdadır. Bir çok insan kalıtsal özürlerle yaşamaktadır."Tüm bu yorumlardaki üstü kapalı ortak nokta, "canlıların kökenini açıklayabilecek doğal bir mekanizma var mıdır" sorusunu gündemden çıkarma çabasıdır. Oysa Darwinistlerin cevaplaması gereken asıl soru budur. Bunu es geçip, sonra da "ama canlılarda kusurlar vardır" diyerek karşı atağa geçmenin aslında bir kaçış yöntemi olduğuna dikkat etmek gerek. Bir örnekle düşünelim: Bir çölün ortasında biraz külüstür ve hasarlı bir araba bulsak ve "bu arabanın kökeni nedir" diye sorsak, birisi de bize "bu arabanın kökeni doğal süreçler olmalı, çünkü baksanıza orası-burası hasarlı, hem zaten ben olsam bu renge boyamazdım" diye bir "argüman" öne sürse, ne düşünürdük?.. Burada da benzeri bir durum vardır. Gerçekte Kence veya Ertan gibi Darwinist biyologlara düşen asıl iş, canlılara kusur bulmak değil, onların kompleks yapılarının doğal mekanizmalarla nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklamaktadır. Bunu yapamadıkları için, "kusurlu tasarım" argümanına sarılıyorlar. "Kusurlu Tasarım" argümanı hakkında söylenmesi gereken ilk şey bu. Ama başka şeyler de var. Çünkü argümanın temelini oluşturan "kusurluluk" yorumları ya tutarsız ya da bilgi eksikliğine ve hatta çarpıtmalarına dayanıyor. Sözkonusu tutarsızlık ve çarpıklığı üç maddeye ayırarak inceleyebiliriz: 1) Akıllı Tasarım, "Kusursuz Tasarım" demek değildir. Tasarlanmış bir yapı, özellikle kusurlu kılınmış olabilir. 2) "Kusur" yorumu çoğu zaman subjektiftir. "Ben olsam böyle yapmazdım" mantığından yola çıkar 3) "Kusur" yorumu pek çok noktada da doğrudan yanlıştır. Kusurlu veya işlevsiz olarak yorumlanan bazı biyolojik yapıların, aslında daha önceden sanılandan çok daha ideal yapı ve işlevlere sahip olduğu anlaşılmıştır. Şimdi sırasıyla bunlara bakalım. Akıllı Tasarım, Kusursuz Tasarım demek değildir Bir mühendis tasarladığı bir yapıyı, olabilecek en ideal, mükemmel, üstün şekilde planlayabilir. Ancak böyle yapmayıp, kasıtlı olarak, daha mütevazi bir tasarım da seçebilir. Buradaki fark, amaçla ilgilidir. Eğer kusursuzluğu hedefliyorsa, örneğin, "1 milyon kilometre yol da yapsa hiç eskimeyecek bir araba yapmak" gibi bir hedefi varsa, buna göre düşünecek, buna göre malzeme kullanacaktır. Sözgelimi çok pahalı bir metal olan ve uzay araçlarının inşasında kullanılan titanyuma yer verecektir. Ama eğer amacı bu değilse, aksine arabanın kat ettiği yola paralel olarak eskimesini zaten istiyorsa, bu denli dayanıklı malzeme kullanmaya da gerek duymayacaktır. Bu mantığı canlıların kökeni konusuna da uygulayabiliriz. Canlılığın kompleks yapısı ve farklı canlı gruplarının fosil kayıtlarında aniden belirmesi, bizlere bunu var eden bilinçli bir Tasarımcı'nın, diğer bir ifadeyle Yaratıcı'nın varlığını gösterir. Ancak o Yaratıcı'nın tüm canlıları "kusursuz", eksiksiz, mükemmel yaratmayı seçtiğini göstermez. Aksine o Yaratıcı, canlılığı "kusursuz" bir şekilde de yaratmak istemiş olabilir, "kusurlu" bir şekilde de... Bir diğer ifadeyle, Tasarım teorisinin, "canlılar hiç bir şeye muhtaç olmayan, hiç bir eksiği bulunmayan mükemmel varlıklar olmalı" diye bir iddiası yoktur. Dolayısıyla bu teoriye canlılıkta "kusur" gösterilerek itiraz etmek yanlıştır. Bu noktada şöyle bir soru gelebilir: Canlıların mükemmelikten uzak yapıları, Tasarım Teorisi'ne sorun oluşturmuyor olabilir, peki ama İlahi dinler? Tasarım Teorisini savunanların pek çoğunun inandığı İlahi dinler, insanların kusursuz olduğunu bildirmiyor mu? Bu soruya verilecek cevap da açıkça "hayır"dır. İlahi dinler, özellikle de İslam, insanın kusursuz, mükemmel bir varlık olduğunu bildirmez... Aksine, Kuran'a göre insan kasten zayıf olarak yaratılmış bir varlıktır:
"Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır." (Nisa Suresi/28)İslam ilahiyatına göre bunun pek çok hikmeti vardır: İnsan zayıf yaratılmıştır, çünkü Allah'a muhtaç olduğunu açıkça görebilmeli, kibire kapılmamalı, dahası dünya yaşamının geçici olduğunu iyice zihnine yerleştirmelidir. Yakalandığı tüm hastalıklar, yaşadığı fiziksel acı, zaaf ve kusurlar, ona hep Allah karşısındaki aczini hatırlatır. Bitkiler gibi fotosentez yapamamakta, aksine sürekli beslenmeye ihtiyaç duymaktadır ki, Allah'ın "Rızık Veren" olduğunu daha iyi anlayabilsin... Kısacası Darwinistlerin Akıllı Tasarım teorisine ve onun üzerinden İslam'ın da dahil olduğu İlahi dinlere karşı getirdikleri "kusurlu tasarım" argümanı, sırf mantıksal değil teolojik açıdan da tutarsızdır. Sünnet ve Sünnetsizlik Meselenin teolojik yönünü ele alırken, bir parantez açıp, Türkiye'deki Darwinistlerin zaman zaman dile getirdikleri "peki neden erkekler sünnetsiz doğuyor ve İslam sünneti emrediyor" şeklindeki itirazı da ele almakta yarar var. Erkeklerin Sünnet edilmesi, Yahudilik'le başlamış bir gelenektir. Tevrat'ta şöyle açıklanır:
"Tanrı İbrahim'e, 'Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız' dedi, 'Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek'." (Yaratılış, 17:9-10)Yani sünnetin anlamı, Tevrat'a göre, sünnetsizliğin biyolojik bir kusur veya sorun olmasında değil, sünnetin Allah ile İsrailoğulları arasındaki ahdin sembolik bir ifadesi olmasındadır. İslamiyet de -- Kuran'da emredilmemesine karşın -- bu İbrahimi geleneği sürdürmüştür. Çünkü zaten İslamiyet önceki iki İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlığı tümüyle iptal edici değil, onları düzeltici ve tamamlayıcıdır. Dolayısıyla ne İslamiyet ne de Yahudilik sünnetsizliği bir biyolojik kusur olarak tarif etmez. Bu nedenle de Tasarım teorisinin Müslüman veya Yahudi savunucularına "sizin dininiz insan vücudunda kusur buluyor" diye itiraz etmenin bir mantığı yoktur. "Kusur" yorumu çoğu noktada subjektitfir Buraya kadar canlıların kusurlarının ne Tasarım Teorisi'ne ne de İlahi dinlere mantıksal bir çelişki getirmediğini anlattım. Ancak ve kaldı ki, "kusurlu tasarım" itirazlarının çoğu da, aslında son derece subjektif, bir diğer ifadeyle "keyfi" yorumlara dayanır. Örneğin Prof. Aykut Kence'nin Tasarım teorisine itiraz ederken dile getirdiği "zürafalar uzun boyları nedeniyle akarsu veya gölden su içmekte güçlük çekerler" yorumunu ele alalım. Bu yorumda, zürafaların uzun boynunu bir dezavantaj ve dolayısıyla da bir "kusurlu tasarım" gibi gösterme çabası vardır. Oysa aynı uzun boyun, bu canlılara ağaçların yüksek dallarındaki yapraklara ulaşma şansı sağlamakta, yani önemli bir avantaj vermektedir. (Zaten Kence'nin inandığı Darwinist evrim teorisine göre de, eğer uzun boyun bir dezavantaj olsaydı, şimdiye dek elenmiş olmalıydı.) Dahası, aslında Aykut Kence'nin "hatalı tasarım" gibi gösterdiği zürafa boynu, son derece iyi planlanmış bir tasarım örneğidir. Canlının boynunda, her iki durumu, yani gerek dik durduğu gerekse su içmek için yere eğildiği postürleri hesaba katmış bir düzenleme yer almaktadır: Zürafanın son derece güçlü olan kalp ve damar sistemi, kanı neredeyse 3 m. yukarıdaki beyne taşıyabilecek şiddetle pompalama yapar. Canlı su içmek üzere eğildiklerinde ise, damar-içi kapakçıklar devreye girerek beynine riskli miktarda kan gitmesini engeller. Kısacası kalbin ve damar içi kapakçıkların çalışma prensibinin zürafanın uzun boynunun pozisyonuna göre farklı şekillerde çalışması, sistemin, her üçünün de birlikte çalışacağı hesaba katılarak tasarlandığını göstermektedir. Aykut Kence'nin bu denli iyi tasarlanmış bir sistemi "hatalı tasarım" gibi göstermesinin ardında, tutarlı bir mantık bulmak mümkün değildir. Evrimci kaynaklarda sıkça yer alan ve "insan vücudu öyle değil de böyle olsaydı daha rahat ederdik" gibi bir mantıkla ileri sürülen argümanların büyük kısmı da, bu şekilde subjektif yorumlardır. Sözgelimi eğer insanların dişleri Prof Ertan'ın dediği şekilde, "köpek balıklarının dişleri [gibi] her yıl yenilense" idi, o zaman Prof. Ertan'ın mantığıyla düşünenler muhtemelen bu kez de "niye her sene diş değiştirmekle uğraşıyoruz, hayatta bir kere çıksaydı ya" diyeceklerdi. Bu gibi yorumların hiç bir objektif değeri yoktur. "Kusurlu Tasarım" örneklerinin çoğu bilgisizliğe dayalıdır Bu noktaya kadar "kusurlu tasarım" argümanın mantıksal tutarsızlığını ve subjektifliğini ele aldık. Ancak bir de şu var: İleri sürülen "kusurlu tasarım" argümanlarının çoğu, objektif olarak yanlıştır. Bunların bilgisizliğe dayalı yorumlar olduğu, yani ele alınan biyolojik yapıların aslında hiç de "kusurlu" tasarlanmadığı defalarca ortaya çıkmıştır. Bunun ünlü bir örneği, "körelmiş organlar" hikayesiydi. Darwin'in ileri sürdüğü sonra da onu izleyen bazı biyologların geliştirdiği bu argümana göre, insan vücudundaki pek çok biyolojik yapı "işlevsiz"di. Evrimin sürecinin belirli bir aşamasında işlev görmüş olan bu organlar, fonksiyonlarını yitirmelerine rağmen, birer "kalıntı" olarak varlıklarını sürdürmüştü. Ancak bilimin ve özellikle de tıbbın gelişmesiyle birlikte, "körelmiş organlar"ın aslında "işlevi tespit edilememiş" organlar olduğu ortaya çıktı. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmiş insan organları" listesi giderek küçüldü. Örneğin "körelmiş organ" sayılan appendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Kuyruk sokumunun ise, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı ve pelvis bölgesindeki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu anlaşıldı. Amerikalı biyologlar Jerry Bergman ve George Howe, Vestigial Organs are Fully Functional (Körelmiş Organlar Tümüyle Fonksiyoneldir) adlı kitaplarında tüm "körelmiş organlar"ın işlevselliğinin nasıl ortaya çıktığını detaylarıyla anlatırlar. Darwinistlerin "işlevsiz" dedikleri, ancak işlevi keşfedilmeye başlanan bir diğer önemli biyolojik yapı ise, "işlevsiz genler"dir. Prof. Aykut Kence de Vatan gazetesinde verdiği röportajda bu argümanı dile getirmiş ve "İnsanda da bir yığın gereksiz gen bulunur" diye bir kaç kez tekrar etmiş. Eğer Prof. Kence genetik literatürünü daha yakından takip etseydi, sanırım bu denli emin konuşamayacaktı. Çünkü bundan 5-10 yıl öncesine kadar "Junk DNA" (Hurda DNA) veya "Pseudogenes" (Sahtegenler) denen ve "işe yaramaz" olduğu ileri sürülen DNA bölümlerinin, aslında önemli işlevler üstlendiği yavaş yavaş anlaşılmaktadır. Dr. Paul Nelson, "The Junk Dealer Ain't Selling That No More" (Hurdacı Artık Hurda Satmıyor) başlıklı yazısında şöyle diyor:
"[Ateizmin ünlü savuncularından] Carl Sagan, Shadows of Forgotten Ancestors (Unutulmuş Ataların Gölgeleri) isimli kitabında, "genetik hurdalığın", DNA'daki "fazlalıkların, kekelemelerin (gereksiz tekrarlar) ve kopya edilemez saçmalıkların", hayatın temelinde derin kusurlar bulunduğunu kanıtladığını öne sürmüştü. Bu tür yorumlara biyoloji literatüründe giderek daha az rastlanmaktadır. Neden mi? Çünkü artık genetikçiler, genetik enkaz olarak bilinen kısımların fonksiyonlarını keşfediyorlar."Jerry Bergman'ın "The Functions of Introns: From Junk DNA to Designed DNA" başlıklı bir makalesine göre de, fonksiyonsuz denen genlerin keşfedilen yeni fonksiyonları "Junk DNA" kavramını anlamlaştırırken "Designed DNA" (Tasarlanmış DNA) tezini güçlendirmektedir. Bu gerçek karşısında Darwinistler "Hurda DNA" kavramından geri adım atmaktadırlar. Science dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, Case Western Reserve Üniversitesi'nden Evan Eichler şöyle demektedir: "Hurda DNA deyimi bizim bilgisizliğimizin yansımasından başka birşey değil." Umarım Prof. Kence gibi Darwinist biyologlarımız da bilim literatürünü biraz olsun takip edip, "bilgisizliğin yansıması" olan köhne argümanları büyük bir güvenle savunmaktan vazgeçerler.