Çağın Güçlükleri Ve İslam
[16 Temmuz 2005 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı. Turkish Daily News'ta yayınlanan İngilizce versiyonunu da okuyabilirsiniz.]
11 Eylül 2001'deki terör eylemlerinden bu yana, Avrupa Müslümanları, terörizmin potansiyel zemini olarak görülüyor ve büyüteç altına alınıyorlar. Geçtiğimiz hafta Londra'da yaşanan ve 70'nin üzerine masum insanın yaşamına mal olan 'barbarca' saldırı, bu büyüteci biraz daha kalınlaştırdı. Gerçi Müslüman liderler eylemleri güçlü bir biçimde kınadılar, Tony Blair "Biliyoruz ki Müslümanların büyük çoğunluğu teröre bizim kadar karşı" dedi. Ancak sorun ortadan kalkmış değil.
Sorun şu: Terör eylemleri, bir avuç fanatik militan tarafından gerçekleştiriliyor, ama biraz daha geniş bir Müslüman kitle tarafından benimseniyor. İngiltere'deki Müslümanlar arasında yapılan bir araştırma, Usame bin Ladin'i haklı görenlerin oranının yüzde 13 olduğunu göstermişti ki, bu endişe etmek için yeterince yüksek bir rakam. Ben de iki yıl önce Londra'daki Müslüman öğrencilere verdiğim bir konferansta, blucin ve tişört giyen Pakistan asıllı iki gencin Bin Ladin'i 'Mehdi' olarak gördüklerini öğrenmiş ve hayrete düşmüştüm. Peki sorun ne? Batı'da 'Sorun İslam'da, bu din nefreti öğütlüyor' diyenler var. Oysa yanılıyorlar. Gerçekte radikalleşen Avrupalı Müslümanların krizi, İslam'dan değil, onun da yanlış yorumlanmasına yol açan bir dizi sosyal, siyasi ve tarihi problemden kaynaklanıyor.
Göçmenler ve çocukları
Sayıları 15 milyonu aşan Avrupalı Müslümanların büyük bölümü ekonomik yönden çok dezavantajlılar ve topluma çok az entegre olmuş haldeler. Çoğu, Avrupa'ya İkinci Dünya Savaşı sonrasında işçi olarak gelen göçmenler ve onların çocukları. Bu göçmenler, Avrupa'ya kıyasla oldukça fakir ülkelerden ve dahası bu ülkelerin de sosyoekonomik yönden en alt düzeyinden geldiler. Almanya'daki Türk işçilerin bu yüzden Alman toplumundan uzunca bir süre izole olduklarını biliyoruz. İngiltere'deki Pakistan ve Bangladeşlilerin, Fransa ve İspanya'daki Kuzey Afrika kökenlilerin ve Avrupa genelindeki Ortadoğu kökenli Müslümanların çoğunun kültürel izolasyonu daha da ileri boyutta. Kültür ve dil farklılığından kaynaklanan izolasyona, bir de ırk farkı eklendiğinde, ayrım iyice keskinleşiyor.
Aslında Avrupa'da yaşayan Müslümanların çoğu bu ayrımdan pek de şikâyetçi değil. Özellikle yaşlılar, yabancı bir toprakta kendi yaşam biçimlerini sürdürmeye çalışıyor. Ancak çocukları bir tür kimlik ikilemi yaşıyorlar: Onlar için vatan, ne babalarının ata yurdu, ne de içinde yaşadıkları ülke. Bu nedenle söz konusu gençler, Fransız uzman Oliver Roy'un ifadesiyle 'kültürel yönden köklerinden koparılmış' durumdalar.
İslam'ın modern yorumuna ihtiyaç
Söz konusu genç Avrupalı Müslümanların kimlik bunalımının temel bir nedeni, modern yaşam ile uyumlu bir İslam yorumundan yoksun olmaları. Çoğu, İslami gelenekler ile Batılı yaşam tarzları arasında bir tür orta yol buluyor, ama bu orta yol girişimleri, doktrinsel bir dayanaktan yoksun oldukları için, bazen de bir gerilim ve suçluluk duygusu üretiyor. Ve işte bu suçluluk duygusu, modernleşmiş genç Batılı Müslümanların bazılarında ters bir etki yaratıyor ve bir kimlik krizi sonucunda İslam'ın en radikal yorumlarını -daha doğrusu yanlış yorumlarını- benimseyebiliyorlar. Bu yanlış yorumları ısrarla yayan, Suudi sermayesi ile beslenen radikal imamlar da zaten ortalıkla dolaşıyor ve pek çok camiye egemen durumdalar.
ABD'ye yönelik 11 Eylül saldırısını düzenleyen teröristlerin çoğu, işte bu şekilde 'yeniden doğmuş', yani önce modernleşip sonra birden radikalizme savrulmuş gençlerdi. Londra'ya yönelik saldırıyı düzenleyenlerin de yine böyle 'modern gençler' olduğu ortaya çıktı.
Fransız uzman Oliver Roy bunlara 'neofundamentalist' veya 'cihadist' adını veriyor ve bunlar ile yalın İslam arasındaki farkı vurguluyor. Roy'a göre 'cihadizm' dini argümanlardan çok siyasi sloganlara dayalı. Dahası cihadistler, pek çok geleneksel İslami kuralı hiçe sayıyorlar.
Örneğin İslam fıkhı, savaş sırasında sivillerin korunmasına vurgu yapar. Cihadistlerin sivillere yönelik terör eylemlerinde, bu prensip açıkça çiğneniyor.
Bu konuda en çok yazıpçizen Batılılardan biri olan Daniel Pipes ise 'cihadizm'i 'militan İslam' diye tanımlıyor ve bunun İslam'dan farkını şöyle özetliyor: "Geleneksel İslam, insanlara Tanrı'nın rızasına uygun olarak yaşatmayı öğretme amacında; militan İslam ise yeni bir düzen kurma peşinde."
Peki bazı Avrupalı genç Müslümanları etkisi altına alan 'cihadizm' neden birdenbire yükseldi? Bir genelleme yaparsak, üç temel cevap bulabiliriz.
Kökenlere ilişkin üç cevap
Birincisi, Avrupa'daki Müslümanların ve genel olarak da İslam dünyasının fakirliği ve umutsuzluğu. Aslında İslam adına hareket eden radikallerin ve teröristlerin çoğu cahil ve fakir kesimlerden değil, aksine eğitimli ve hali vakti yerinde insanların arasından çıkıyor. Ancak aynen burjuva ailelerden gelmesine rağmen 'proletarya' için kapitalizmle mücadele eden solcu entelektüeller gibi, onlar da, baskı altına alınmış, fakirleştirilmiş ümmet için kendilerini feda etmek gerektiğine inanıyor.
Leninist bakış açısı
Bu noktada cihadizm denen ideolojiyi kuranların -örneğin Seyid Kutb, Ali Şeriati ve Mevdudi'nin- Marksist-Leninist ideolojiden önemli öçüde etkilendiklerini de belirtelim.
Emperyalistler tarafından kotarılan ve onların yerli temsilcileri olan kompradorlar tarafından desteklenen küresel bir komploya inanan komünistler gibi, cihadistler de, İslam dünyasının fakirlik ve güçsüzlüğünün, Batı'nın ve onun yerel destekçilerinin yürüttüğü bir komplonun sonucu olduğunu düşünüyorlar.
Bu düşünceye göre, İslam dünyasının mevcut sorunlarından kurtulması için, eğitim düzeyini, verimliliğini veya sağlık şartlarını yükseltmek yerine, onu 'ezenlere' saldırmak gerekiyor.
Kuran'dan ziyade Lenin'in 'emperyalizm' teorisine dayanan bu cihadist ideolojinin Çakal Carlos gibi yeminli Marksistlere cazip gelmesi, bir tesadüf değil...
İslami radikalizmin ikinci bir kaynağı, Batı'nın geçmişteki veya güncel politik suçları. Batı karşıtı duyguların en belirgin kaynakları, İngiltere ve Fransa'nın sömürgecilik geçmişleri ve ABD'nin Soğuk Savaş boyunca Ortadoğu'daki bazı diktatörlükleri desteklemiş olması. Filistin trajedisi de cabası...
Cihadizmin kökenleri hakkındaki üçüncü açıklama ise, gelenekçi İslam ile modern dünya arasındaki kültürel uçurum. Gelenekçi Müslümanların bir kısmı tarafından sergilenen premodern yaşam tarzı (ki bu premodern öğeler, İslam'ın özünde olmadığı halde öyle sanılıyor) İslam ve modern yaşam arasında uzlaşmaz bir çatışma olduğu izlenimini yaratıyor. Söz konusu gelenekçi Müslümanların çok büyük bölümünün terörizmle bir ilgisi yok, ama onların modern dünya ile uyumsuzlukları, cihadistler tarafından, Batı'yla çatışmak için bir neden olarak görülüyor.
Dar-ül Harbe son
Anlattığımız bu olgular, barış isteyen Müslüman liderlerin ve entelektüellerin önüne önemli görevler koyuyor:
Öncelikle, cihadizm ve onun yarı-Marksist dünya görüşü ile, İslam'ı ayırt etmek lazım. İslam, 'Batı'ya karşı 'Doğu'nun silahı değil; tüm insanlığa yönelik bir ilahi mesaj...
Batı'ya yaklaşırken bunu bilmek ve düşmanca tepkiler vermek yerine yapıcı eleştiriler getirmek gerekiyor.
Yapılması gereken bir diğer önemli çaba ise, İslami gelenekte yer alan, fakat bugüne hitap etmeyen bazı kavramları yeniden anlamlandırmak. Örneğin sık sık tartışılan ve dünyayı 'Darül Harb' ve 'Darül İslam' olarak ikiye ayıran geleneksel doktrini ele alalım.
Kuran'da yer almayan bu kavramlar, İslam'ın ilk yüzyıllarında Müslüman fakihler tarafından geliştirilmişti. O zamanın dünyasında bir Müslüman'ın, yabancı bir toprakta güvenli olarak İslam'ı yaşaması ve tebliğ etmesi mümkün değildi. Ancak zaman değişti. Bugün açık bir dünyada yaşıyoruz ve Müslümanlar dünyanın dört bir yanında inançlarını yaşamak ve yaymakta özgürler. Özellikle de Batılı liberal demokrasilerde.
Bu, Batı'daki Müslümanların kendi inançlarını güzel örnekler sergileyerek temsil edebilecekleri ve diğer dinlerle barış içinde yaşayabilecekleri anlamına geliyor. Bu mümkün ve zaten İslam'ın asıl mesajı da bu... Kuran, insanların ayrı gruplara bölünmüş olmasının, 'çatışmak' için değil 'tanışmak' olduğunu haber veriyor. (Hucurat Suresi, 13)
16 Temmuz 2005 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı.